• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası

 



Abhaz Mitolojisi

Abhaz folkloru, özellikle de Abhaz Prometheus’u Abrskil   hakkındaki hikayeler ve Nart destanları, diğer Kafkas halklarının destanları ile   büyük benzerlikler gösterir. Nart destanlarının Kuzey Kafkasya folkloründe ve   bir dereceye kadar da Transkafkasya folkloründe önemli bir yeri vardır. Bu   destanlar, halkın dünyaya bakışını yansıtır ve insan ilişkileri üzerine ilginç   yorumlar getirir. Sovyet etnograflarının görüşüne göre Nart destanları, iskitler   döneminden (M.ö. 700-800) başlayarak, 13. yy Tatar-Moğol istilalarına kadar   uzanan, muhtemelen 2000 yıllık bir dönemde oluşmuştur.

Bazı efsanelere   göre cüce bir ırk olan Atzanlar, dev Nartlar’ın ataları idi. Bazılarına göre   ise, Atzanlar, Nartlar’la aynı çağda yaşamışlardı ve barışçı, yakın ilişkiler   içindeydiler. Aynı bölgede avlanıyorlar ve dağ geleneklerine göre avlarını   paylaşıyorlardı. Öylesine küçüktüler ki, bir eğreltiotunun gövdesî üzerinde,   dalları kırarak rahatlıkla yürüyebiliyorlardı. Boyutlarının küçüklüğüne rağmen   Atzanlar, güce ve cesarete sahiptiler. Örneğin, herhangi bir Atzan av sırasında   öldürdüğü dağ keçisini omuzuna alıp, kamp yerine getirebiliyordu. Ayrıca son   derece iyi koşucuydular.

Atzanlar, avcılık ve hayvancılıkla geçiniyorlardı. Uzun   sakallı, özel bir cins keçi yetiştirmeye başladılar. Aynı zamanda buğday da   üretirlerdi. Abhazlar, keçinin ve buğdayın Atzanların insansoyuna bıraktığı   armağanlar olduğunu söylüyor.

Atzanlar, zamanlarının çoğunu sürüleriyle   birlikte açık havada, yabani çalılıklardan oluşan kulübelerde ya da sürülerini   de barındırdıkları küçük taş sığınaklarında geçiriyorlardı.

Abhazya’nın   dağlarında bolca görülen küçük taş sığınaklar halen Atzanları çağrıştırır. Ne   sıcak, ne soğuk, ne yağmur, ne kar; hiçbirşey Atzanları rahatsız etmezdi.   Kabilenin en yaşlısı “Atzanların büyük babası” dışında hiçkimsenin otoritesini   tanımıyorlardı. Fakat iyi, dürüst, küçük insanlardı. Diğer insanlarla   ilişkilerinde eşit haklar talep ediyorlar, lütuf istemiyorlardı. Gururlu ve   özgürlük aşığı idiler.

Atzanların sonunu şöyle anlatıyorlar:

Birgün   Atzanlar kalelerinde otururken, beklenmedik bir biçimde gökyüzünden altın bir   beşik içinde mucizevi bir çocuk inmiş. Bu iyi insanlar çocuğu sevinçle ve   şevkatle süt kardeş kabul etmişler. Böylece Atzanlar farkında olmadan Tanrı’nın   yeğeni ya da oğlunun süt anne-babası olarak Tanrı ile akraba olmuşlar. Çocuk,   normal boyutlarda hoş bir genç olarak büyümüş. Süreç içinde süt ebeveynlerini   bırakarak gökyüzüne dönmüş. Sınırsız özgürlükleri zamanla Atzanları kibirli,   kontrolsüz ve sahtekar yapmış. Her tür otoritenin, Tanrı’nın bile varlığını   yadsımaya başlamışlar. “Yukarıda gökyüzü, aşağıda biz varız. Tanrı da kim   oluyor?” diyorlarmış.
Su kaynaklarını kirleten pis yaratıklar olmuşlar.   Kenarına yerleştikleri azgın sular kuruyup yokolmuş. İdrarlarını yaparken   yüzlerini alay edercesine gökyüzüne çevirmeye başlamışlar. Ekşi sütlerini   muhafaza ettikleri ağaç varilleri, zevk için atış talimi yapmak üzere kullanmaya   başlamışlar.

Tüm bunlar Tanrı’nın hoşuna gitmemiş ve sınırsız bir   öfkeye kapılmış Tanrı. “Beni hiçe saymanın ne demek olduğunu onlara göstereceğim   ” diyerek, Atzanları saygısızlıkları ve sadakatsizlikleri yüzünden   cezalandırmaya karar vermiş. Ancak, verebileceği en iyi cezanın ne olacağını   bilmiyormuş. Böylece, Atzanlar tarafından büyütülen yeğenini (oğlunu) yanına   çağırmış ve onları mahvetmenin en iyi yolunu keşfetmesi için görevlendirmiş.

Tanrı’nın ulağı, taş sığınaklarında birarada oturan Atzanların yanına   ulaşmış. En yaşlılarına hitaben sormuş:

“Çok küçüksünüz ama hiçbirşeyden   korkmuyorsunuz. Söyleyin, sizi altedebilecek bir güç var mı?”

Yanıtlamışlar:

“Bizi yenebilecek tek güç ateştir. Eğer kuru pamuk yoğun kar gibi tüm   yeryüzünü kaplar ve üzerine tüm dünyayı tutuşturup yakacak bir kıvılcım düşerse   işte bu bizi yokedebilir. Başka hiçbirşeyden korkmayız.” Bunu duyan genç,   kayıplara karışmış.

Aradan zaman geçmiş. Birgün Atzanların 300 yaşındaki   babaları sürüsüyle birlikte gölgede dinleniyormuş. Gölgeyi sağlayan da bir   keçinin uzun sakalı imiş; artık keçi nasıl bir keçiymiş, ne biçim bir sakalı   varmış siz tahayyül edin. Aniden, keçinin yerlere değen ve genellikle   kımıldamayan o uzun sakalının garip bir biçimde titremeye başladığını hissetmiş.   Bu titremenin nedeni Tanrının yeryüzüne gönderdiği rüzgarmış. Yaşlı bilgeyi   müthiş bir korku sarmış ve tüm Atzanlar bir felaketin yaklaştığını hissetmiş.

“Evlatlarım ” demiş yaşlı adam ağlayarak, “O genci boşuna büyüttüğümüz   anlaşılıyor. Onu bağrımıza bastık ancak o bize ihanet etti. Ne var ki   yapabileceğimiz birşey yok, sonumuz geldi.” Yaşlı adam kabile arkadaşlarına   hitabederek ve artan rüzgardan sakalı gitgide daha çok titreyen keçiyi   göstererek bunları söylemiş. “Bu rüzgar iyiye işaret değil…” diyormuş kendi   kendine. Rüzgar şiddetlenmiş, güneşi kuşatan kara bulutlar getirmiş. Bulutların   arkasından yeryüzüne doğru beyaz pamuk yığınları düşmeye başlamış. Sonra gök   gürlemiş, şimşek çakmış; şimşeğin kıvılcımları pamuğu tutuşturmuş ve bir dakika   içinde herşey yanıp kül olmuş. Böylece Atzanlar korkunç bir şekilde   canvermişler. Küstah ve kibirli olmanın bedelini böyle korkunç bir son ile   ödemişler.

Atzanlann bu engin folkloründe adalarındaki en yaşlı kişi dışında   hiç bir kişilikten özellikle sözedilmemesi dikkat çekicidir. Bu durum, birçok   karakterin bireysel özellikler gösterdiği Nart destanları ile tezat teşkil eder.   Ayrıca hayvan yetiştiriciliği, avcılık, bitki yetiştirme, hasat gibi tüm   etkinliklerde Atzanlar grup halinde yer almışlardır, İnal-ipa’ya göre bu   özellik, Atzanlar arasında güçlü bir kollektivizm ve grup ruhu olduğunu   doğruluyor.

Abhazya’nın tüm efsaneleri içinde Atzanlar efsanesi belki de   ilahı bir yaratığın insanları oyuna getirip mahvettiği ve kaderci bir yaklaşım   gösteren tek efsane. Yerel Prometheus efsaneleri gibi o da Yunanlılardan   etkilenmiş olabilir. Ancak, Yunan tanrıları, insanları yoketmeden önce ensest ya   da aşırı gururlanma gibi suçlara yöneltmişlerdir. Bu örnekte ise Atzanlar suç   işlememiş ama güven duymuş, konukseverlik göstermişlerdir.

Bir yiğitler kabilesi olan Nartlar’ın temel uğraşısı ve   bir Nart için en onurlu iş savaşmaktı. Demircilik ve metalürji sanatları da   övgüye değer işlerdi. Nartlar korkusuz ve güçlü idi,

Güçleri, şarkılara konu   olmuştu.
Ve tüm zamanlarım savaşta geçirirlerdi.

Nart destanları, şan şeref kazanmak için çıkılan   seferleri, av serüvenlerini, ölenleri ve savaşla ilgili oyunları anlatan ye bu   savaşçı halkın ideallerini yansıtan sonu gelmeyen öykülerle doludur.   Savaşmalarının amacı hayvan sürüleri ve başka değerli şeyleri çalmak, talan   etmekti. Aynı zamanda, vatanı savunmayla ilgili öyküler de zaman zaman   anlatılır. Smirnova, Nartların “askeri demokrasi” döneminde diğer insanlardan   farklı, savaşçı bir grup olduğunu (Homeros’un İlyada’sında anlatılan Yunan   toplumu ile karşılaştırılabilir), ve köylülerin yaklaşan zaferini yansıtması   nedeniyle de Nart destanlarının daha demokratik olduklarını düşünüyor.

Nartlar aynı annenin, Seteney Guaşe’nin yüz oğludur. Avladıkları en iyi   hayvanın kemik iliği ile besleyerek onurlandırdıkları bir de kızkardeşleri   vardır. Birgün Seteney Guaşe yeni dokuduğu kumaşı nehir kenarında yıkarken   sıcaktan bunalır ve giysilerini çıkarıp suda serinlemeye karar verir. Sırtüstü   yüzerken birden nehrin karşı kıyısında sürüsünü otlatan, oğullarının çobanı   Zartyzh’ı görür. O’na seslenir ve yüzerek yanına gelmesini ister. Seteney’in   güzelliği karşısında altüst olan Zartyzh nehre atlar ve karşı kıyıya doğru   yüzmeye çalışır ancak güçlü akıntı ona engel olur. Sonunda umudunu yitirir   ve”Gelemiyorum. Sudan çık ve iri kayanın yanında dur. Okumu kayaya fırlatacağım   ve sen hamile kalacaksın, fakat demirci Ainar’ın buraya gelmesini ve okun   değdiği yeri kayadan koparıp sana vermesini rica etmelisin. Daha sonra bir   çocuğun olacak.” diye seslenir Seteney’e. Seteney söyleneni yapar ve oniki ay   sonra, Savsuruko adını verdiği bir erkek çocuk dünyaya getirir. Babası belirsiz   olduğu için

Savsuruko’nun “gerçek bir Nart” olmadığı da söylenir. Seteney Guaşe   zekası ile olduğu kadar güzelliği ve ebedi gençliği ile de ünlüdür. Yaşlı ve   bitkin bir adam olan ve bütün gün ateşin basında oturan kocasından daha önde   gelir. Doksandokuz oğlu annelerinin güzelliğine, ev kadını ve anne olarak üstün   yeteneklerine taparlar. Uzun süren bir seferden döndüklerinde onu yeni doğmuş   bir bebekle görünce, babalarının baba olacak çağı geride bıraktığının bilincinde   olarak, bebeğin kimden olduğunu bilmek isterler. Seteney bunun doğaüstü bir   doğum olduğunu ve detaylarını açıklamayacağını belirtir. Ancak, daha sonra   Savsuruko annesini, kendisine gerçeği söylemeye zorlamıştır. Diğer kardeşleri   ile eşit olmak ve onlar tarafından sevilmek isteyen Savsuruko ile doksandokuz   kardeşi arasında büyük bir çekişme vardır. “Sen yasalara uygun biçimde doğmadın,   baban bilinmiyor ve bizim kardeşimiz değilsin” diyerek onu aşağılarlar. Ayrıca   Savsuruko üstün yetenekleri olan biridir ve kardeşleri buna tahammül   edememektedir. Savsuruko, doğduğu günden beri, cesaret isteyen her tür işin   üstesinden gelmektedir. Demirci Ainar onu bir bacağından tutup, sıcak çelik dolu   bir kazanın içine daldırıp çıkarmış ve bu çelikten bir miktar da boğazına   akıtmıştır. Vücudunda çeliğin değmediği tek yer Ainar’ın onu kazana daldırırken   tuttuğu bacağıdır. Bu yüzden (Yunanlı Achilles gibi) tüm tehlikelere karşı   bağışıklığının olduğuna inanılır. Büyük bir kayayı iterken çeliğin değmediği   bacağını kullanması için onu kışkırtan kardeşleri sonunda Savsuruko’yu öldürmeyi   başarırlar. Savsuruko’nun ayağı kırılır ve ölür.

Birçok Nart destanı savaş hünerlerinin yanısıra savaşçıların zırh, ok ve yaylarından da sözeder. Demirci Ainar güçlü ve zeki biri olarak tanıtılır. Sağ eli çekiç, sol eli maşadır ve sol bacağını örs olarak kullanır.

Günün birinde Savsuruko   ormanda avlanırken öldürdüğü bir boğanın yanında duran minik Atzanlardan birini   görür. Boğa öylesine büyüktür ki yanında duran cüce güçlükle seçilebilmektedir. Küçük Atzan “Benim payımı ver, gerisi senin olsun” diyerek avı paylaşmayı   önerir. “Olmaz” der kurnaz Savsuruko “taşıyabileceğin kadarını al, gerisi bana   yeter”. “Ne kadar taşıyabilirsin ki küçük adam” diye düşünür bir yandan da.   Fakat Atzan tuzağa düşmez, boğanın ayaklarını bağlar, sırtına yükler ve sessizce   çekip gider. Savsuruko, eli boş döner.

Aynı öykü, Kun adındaki bir başka Nart için de söylenir. Kun, Atzan’ı evine kadar izler ve eve ulaştığında, cüce Atzan’ın kızkardeşi Zilyka’yı görür. Zilyka öylesine iştahla yün eğirmektedir ki ev yerinden oynamaktadır. Kun, Zilyka’dan hoşlanır ve onunla evlenmek ister ama Atzanlar gönülsüzdür. Halktan birinin, onu küçümseyebilen gururlu Nartlar’a gelin gitmesini doğru bulmazlar. Kun.Zilyka’ya her zaman saygı göstereceğine   yemin eder. Zilyka ise, onunla evlenmek istediğini ancak cüce olduğu için   kendisini aşağılamaya kalkarsa derhal Kun’u terkedeceğini bildirir.

Düğün şöleni için yüz boğa kesilir, iyi bir eş olarak Zilyka, evleninceye kadar   düğün evinden dışarı çıkmaz fakat öldürülen boğaların derisinden bir top yapar ve pencereden atar. Nartlar bu topla oynarlar ve onu öylesine yükseğe   fırlatırlar ki, top bulutlara değer.

Birgün Kun, diğer Nartlarla birlikte at yarışına gitmek üzere iken, giyeceği çizmenin yırtıldığını farkeder. Zilyka, yırtığı görmemiştir. “Talihsiz başım. Cüce bir kadınla evlenirsen olacağı budur.” diye yakınır. Zilyka kocasının söylediklerini tesadüfen duyar, eve   girer, bıçakla karnını kesip, çıkardığı çocuğu pencereden fırlatır. “Beni size bağlayan başka da birşey yok” diyerek evi terkeder ve ailesine döner.

Kun ve diğer Nartlar çok üzgündür. Bebek çimenlerin üzerinde   yatmaktadır ancak bir demircinin ocağı kadar sıcak olduğu için kimse ona   yaklaşamaz. Sonunda Kun’un ailesi Zilyka’ya haber gönderir ve ne yapmak   gerektiğini sorar. Zilyka, bebeğin erimiş demirle beslenmesi gerektiğini söyler   ve gerçekten de bu şekilde serpilip geliştiği görülür. Bebeğe Tzvitzv adı verilir. Tzvitzv’in bir kahraman olması beklenir ama o ateşin yanında oturup   ağaç yontmaktan başka birşey yapmaz. Gerçekte ise tüm diğer Nartlar’dan daha   kurnaz, cesur, alçakgönüllü ve soyludur. Savaşmaya giderken kılık değiştirir ve atlarını da siyah, beyaza boyar. Birgün Nartlar, ganimetlerini paylaşırken o da   kendi payını ister. “Bunu haketmek için ne yaptın?” diye sorarlar. “Su, gerçeği   söyleyecektir” der. Bunun üzerine kazanlar dolusu su getirilir ve Tzvitz yaptığı   işleri sıraladığında kazanındaki su kaynayıp taşar. Böylece gerçeği söylediği   anlaşılır ve Savsuruko onu kucaklar.

Nihayet Nartların nesli tükenir,   insanlar üzgündür. En akıllılarından biri “Oldukça varlıklıyız. Niçin   hayvanlardan bir kısmını öldürüp yemiyoruz? Böylece bu büyük kayba daha kolay   dayanırız” der. Kararlaştırılan günde bir araya gelirler. Birkaçı şölen   hazırlamakla görevlendirilir. Bir kısmı da Nartların atlarını yakalamakla   yükümlüdür ve atların üstüne atarçe’em adı verilen cenaze törenlerine özgü   battaniyeler örterler. Yalnız Savsuruko’nun [Sosruko’nun] atını yakalayamazlar.   Şöleni hazırlayanlar çok çalışır fakat diğerleri sadece oturup Nartlar üzerine   hayal kurarlar. Sıkılınca at yarışı ve ok atma yarışması düzenlerler, birinci gelenlere ödüller verilir. Alyansları için bestelenmiş şarkılar söylerler.   Şenlikler yedi gün sürer.

Birgün, erdemli biri olan bir seyyah evine dönmektedir. Gece bastırınca ormanda uyumak zorunda kalır. Uykusunda birisi “Savsuruko, konuğu alıp gel, yemek yiyeceğiz.” diye seslenir. Sonra Savsuruko   seyyahın yanına gelir ve Nartların, üzeri yiyecek dolu masaların etrafında oturduğu yere götürür onu. Yalnız Savsuruko’nun masası boştur. Konuk yanlarına   geldiğinde Nartların hepsi Savsuruko’nun masasına bir miktar yiyecek getirip koyar. Savsuruko konuğa şu açıklamayı yapar:

“Öldüğümüzde, komşularımız   varımızı yoğumuzu cenaze törenleri için harcadı. Ancak, benim atım yakalanmadığı ve yarışa katılmadığı için, cenaze yemeğinden payımı vermediler. Atımın adı Bzoy’dur ve çelikle beslenir. Ormanda uyuduğun yer benim mezarımdır.”

Seyyah   uyanınca Nartların köyüne gider ve herkesi toplantıya çağırır. Gördüklerini   onlara anlatır. Savsuruko için bir anma töreni yapmaya karar verirler ancak   Nartların zenginliğinden geriye çok az birşey kaldığı için kendi hayvanlarını   getirip keserler. Seyyah da dahil herkes ne verebiliyorsa verir ve güzel bir   tören düzenlerler. Seyyah, Savsuruko’nun atını yakalar, üzerine battaniye örter   ve daha sonra ona biner. Törene katılanlar dağılmadan Önce, ne zaman birisi ölse   tüm akraba ve komşularının büyük bir şölen vermesi ve alyansları düzenlemesi   gerektiğine karar verirler. Cenaze yemeklerinde sadece at yarışı şarkısı   söylenecektir ve dans edilmeyecektir artık. Söylencelerden anlaşıldığına   göre, Savsuruko’nun yaşadığı olumsuzlukların çoğunun nedeni gayrımeşru olması   yüzündendir. Meşru olmak, babaya bağlıdır, ve eğer anne babadan boşanırsa,   çocuklar babanın sülalesine aittir. Abhazya’da üvey kardeş kavramı yoktur.   Öyküler genelde Abhaz dünya görüşünü ve aile yapısını yansıtır.

Çoğu   Avrupa hikayelerinde gelinini ezmeye çalışan bir kayınvalide tiplemesi vardır. Abhaz folkloründe ise bunun tersi gözlenir: kayınvalidesini incitmeye çalışan   kötü niyetli bir gelin. Bir hikayede genç gelin, eşi ve kayınvalidesi arasında sorun yaratmak için çeşitli yollar dener. Eşi, onun çabalarının farkındadır   ancak sessiz kalır. Gelinin en gözde numarası, diğer tabaklardan ayırabilmek için küçük bir işaret koyduğu kayınvalidesinin tabağına bolca tuz ilave   etmektir. Yaşlı kadın asla şikayetçi olmaz ama durmadan da su içme gereksinimi duyar.
Bir gün genç adam karısına bir ders vermeye karar verir. Arkasına döndüğü bir anda tabakları değiştirir böylece gelin kendi hazırladığı tuzlu   yemeği yemek zorunda kalır. Yatmadan önce genç adam gece içilmek üzere ayrılmış olan suyu da döker.

Gelin susuzluktan yanmış bir halde uyanır, su içebilmek için dere kenarına gitmek zorunda kalır. Kocası sessizce onu izler ve tam su   içmek üzere dizlerinin üzerine suya eğilince arkasından sessizce yaklaşır ve   birkaç kez suya doğru iter, ta ki eşi kendinden geçinceye kadar. Sonra da onu   derenin kenarında bırakarak sessizce eve döner. Genç kadın ayılınca eve döner ve kocasına, kayınvalidesine kötü davrandığı için ruhların kendisini cezalandırdığını anlatır. Ve bir daha asla öyle davranmaz.

 

Kaynak; http://abhazya.org/wp/?page_id=302


Yorumlar - Yorum Yaz
Sosyal Medya

Üyelik Girişi
Ziyaret Bilgileri
Aktif Ziyaretçi9
Bugün Toplam58
Toplam Ziyaret327414
Site Haritası