• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası

 



Yunan Ölü Gömme Geleneği ve Mezar çeşitleri Nelerdir

Yunan Ölü Gömme Geleneği ve Mezar çeşitleri Nelerdir

Neanderthal döneminden Helenistik sonuna kadar ölü gömme geleneği ve mezar çeşitleri

Yüz bin yıldan bu yana geliştirilmiş büyük insanlık kültüründe, ölü gömme adetlerini yaratan şey, uygarlık boyunca bütün inançlarda şu veya bu şekilde farklı şekilde tanımlanmıştır. Yaşam içerisinde en önemli olgu olarak karşımıza çıkan ölüm, insanoğlu tarafından kolayca kabullenilememiştir. Günlük yaşamın bir parçası olan ölüm, büyük bir olasılıkla hiçbir zaman toplumlar tarafından bireyin sonu olarak da algılanmamıştır.

1. Neanderthal İnsanda Törensel Ölü Gömme

 

Bilinen en eski gömüler bundan 80.000-90.000 yıl önce, Mousterien Dönemi Neanderthal insanına aittir. Türkiye buluntuları henüz bu kadar eskiye dayanmamakla beraber çeşitli kazılarda, örneğin Antalya dolaylarında Karain ve İstanbul dolaylarında Yarımburgaz Mağaralarında saptanan insan dişleri ve kemiklerinin belki de Paleolitik Çağ gömülerinden günümüze kadar ulaşabilen parçalar olduğu düşünülebilir50.

İnsanlık tarihindeki fosil kalıntılarından biri, 1856 yılında Almanya’nın Duesseldorf kenti yakınlarındaki Neander Vadisi’ndeki bir mağarada ortaya çıkmıştır. Bu olay; insanoğlunun evrim tarihinde, önemli bir yere sahip olduğu kadar yoğun tartışmaların yaşanmasına da neden olmuştur. Söz konusu tarihte, adını buluntu yerinden alan Neanderthal insanına ait ilk fosil buluntunun elde edilmesiyle birlikte, bilim adamları Neanderthaller konusunda ikiye ayrılmışlardır. Bunlardan ilki Alman Anatomist Rudolf Virchow, kafatasının patolojik nedenlerden dolayı farklı bir görünüme sahip olduğunu savunmuştur. Buna karşı İngiliz Biyolog Thomas Huxley ve diğerleri ise patolojik olduğu görüşünü reddederek, bu kafatasının insanın evrimsel aşamalarından birisine ait olduğunu kabul ettiler. 1864 yılında İrlandalı Anatomist William King, günümüz insanından farklı olarak tanımladığı bu türü Homo Neanderthalensis olarak isimlendirdi. Daha sonra La Cihapelle-aux- Saints’de bulunan iskeleti inceleyen Paris Doğa Tarihi Müze Müdürü, William King’le aynı sonuca ulaştı.

Neanderthaller modern insandan farklı bir türdü. Neanderthaller uzun bir süre ayaklarını sürüyerek yürüyen, belirgin bir şekilde kamburu olan ve ape (kuyruksuz maymun) benzeri bazı fiziksel özelliklere sahip insanlar olarak tanımlandılar. Bunun nedeni de 1908 yılında, Fransada La Cihapelle-aux- Saints bölgesinde bulunan Neanderthal iskeletini inceleyen ve dönemin ileri gelen bilim adamlarından biri olan Marcelin Boule’nin incelediği bu iskeletin mafsal iltihabı olan yaşlı bir bireye ait olmasıydı. Böylece bir süre soyu tükenmiş bir Avrupa türü olarak düşünülen Neanderthallerin günümüz insanından farklı ve insanın evrimsel aşamalarından biri olduğu kabul edilmiştir51.

Neanderthaller üzerinde yapılan araştırmalar ışığında soğuk iklim kuşağında yaşayanlarının beyinleri büyük olup, bu büyük beyin sayesinde soğuğa daha iyi uyum sağlamıştır52. Kafatasları arkaya doğru belirgin bir çıkıntı yapar, kaş kemerleri ve art kafa çıkıntıları gelişkindir. Kaş kemerleri çıkıntılı ve süreklilik gösteren bir siper oluşturur. Üst çene sinüsleri yüzde önemli bir yer tutar. Boy 1,48 m ile 1,77 m arasında değişir. Ön dişleri güçlü bir yapı gösterir. Alt çene ve güçlü çiğneme kaslarının varlığı en sert yiyecekleri bile kolayca ezip öğüttüklerini düşündürür. Genel diş özellikleri bakımından Homo Sapiens’e benzerlik gösterirler53.

İnsanlık tarihinde Neanderthaller öncesindeki insanların dinsel inançları olduğuna ilişkin herhangi bir bulgu yoktur. Ancak Neanderhal aşamada bu konudaki en önemli somut bulgu ölü gömmeyle ilgilidir. Ölü gömme adetleriyle ilgili ilk bilimsel bulgular olması, konuyu detaylı bir şekilde ele alınmasını gerektirmektedir. Çünkü ölü kültü ve mezar mimarisinin ilk örnekleri olması ve bu geleneğin çağlar boyunca devam etmesi açısından önemi büyüktür. İnsanların soydaşlarını öldükleri yerde bırakmaları yerine onların ölülerini gömmeleri “öte dünya” inancıyla doğrudan ilişkilidir. Bu durum Neanderthallerin ulaştıkları düşünsel ve kültürel düzeyi açıkça göstermektedir54. Ölü gömme adetleri açısından bin yıllar boyunca süre gelen mezara ölüyü Hocker tarzında bırakmanın beklide ilk örneği olan Fransada’ki Le Moustier’de 13-19 yaşları arasında bir erkek çocuk, sanki uyuyormuş gibi başı ön kolunun üzerinde sağ tarafına yatmış pozisyonda bir çukura gömülü bulunmuştur. Bir yastık gibi işlev gören çakmaktaşı yığını ile özenle işlenmiş bir taş balta ellerinin yanında durmaktadır. Etrafa saçılan vahşi sığır kemikleri yeni bir yaşama yolculuğa yiyecek sağlamak için onunla birlikte gömülmesi55 daha sonraki devirlerde yapılacak olan gömünün ilk örnekleri olduğunu kuşkusuz kanıtlamaktadır.

2. Neolitik Dönem’de Ölü Gömme

 

 

Günümüzden yaklaşık 10.000 yıl önce, neolitik dönemin başlamasıyla Doğu Anadolu, Kuzey İran ve Kuzey Irak bölgelerinde tarım ve hayvancılık başlamıştır. Özellikle tarıma geçiş, avcı ve toplayıcı toplulukların yaşayış biçimi olan göçebeliğin terk edilmesine neden olmuştur56. İnsanoğlunun, avcılık-göçebelik döneminin sona erip yerleşik hayata geçmesiyle başlayan süreç, toplumsal yapısında büyük değişiklikler meydana getirmiştir. Yerleşik kültür hem mülkiyet kavramına hem de sosyal yaşama yeni bir bakış açısı getirmiştir. İlkel komünal toplumlardan feodal toplumun ilk örnekleri olarak nitelendirilebilecek bu dönem yerleşik kültür öğesinin başında gelen ilkel de olsa düzenli konut mimarisinin oluştuğu dönemdir. Diyarbakır yakınlarında yer alan Çayönü Tepesi, ilk köy yerleşmelerinin en güzel örneklerinden biridir. Burada karşılaşılan yerleşme içi gömü geleneği, daha sonraki yüzyıllarda Anadolu’da çok sık uygulanacaktır. Buna göre ölüler topluca, sağ kalanların dünyasından uzakta bir yere gömülmeyip yerleşme içine, yani geride kalanların yakınına gömülmüştür. Çayönü Tepesi’nin çeşitli alanlarında konut tabanları altına açılmış, basit çukurlarda iskeletlere rastlanılmıştır. İskeletler, “hocker” tarzı denilen şekilde; bacaklar karına çekilerek yan yatırılmıştır57.

Ayrıca Çayönü’nde, kazı hafirleri tarafından “skull-building” olarak adlandırılan bir binada tüm iskeletlerin yanı sıra, alt çenesiz yetmiş kafatası ve oldukça yoğun oranda, bir araya toplanmış, uzun kemikler ele geçmiştir. Buna göre iskeletler büyük bir olasılıkla, önce geçici olarak ayrı bir yere gömülmüş, daha sonra kemikler buradan alınarak binanın içine taşınmıştır. Tek tek kafatasları, İstanbul yakınlarındaki Fikirtepe ve Burdur dolaylarındaki Hacılar örneklerinde olduğu gibi, diğer bazı Neolitik yerleşmelerinde de izlenmiştir. Urfa bölgesi Aşağı Fırat havzasında yer alan, Çayönü’nün bazı tabakalarıyla çağdaş Nevali Çori yerleşmelerinde iki evin tabanları altında kafatası kümeleri açığa çıkarılmıştır. Niğde yakınlarındaki Köşk höyük’te ise üzeri kille sıvanmış, aşı boyalı bir kafatası dikkati çekmektedir. Büyük bir olasılıkla ölen kişinin yüzünü yeniden canlandırmak amacıyla gerçekleştirilmiştir.

Yerleşme içi gömü geleneği M.Ö. 7000 bine tarihlenen, Konya dolaylarındaki Çatalhöyük’te de görülmektedir. Burada ölenlerin büyük bir bölümü, konut içlerindeki kerpiç sekiler altına gömülmüştür. Bu sekilerin altında çoğunlukla birden fazla iskelet bulunmaktadır58.

Çatalhöyük kazılarında bulunan eksik uzuvlara, iskeletten ayrılmış kafataslarına ve anatomik açıdan yanlış yerlerde duran bazı kemiklere bakılarak seki altı gömülerinin çoğunun ikincil gömüler59 olduğu tespitine varılmıştır.

Neolitik çağı kapsayan zaman içerisinde yerleşme içi gömülerinin tercih edildiği, iskeletlerin cenin (hocker) pozisyonunda yatırıldığı Demirköy Höyüğü60, Hakemi Use61, Ilıpınar ve Menteşe62, Körtik Tepe63, Köşk Höyük 64, Pınarbaşı65, Aşıklı Höyük66, Cafer Höyük67, gibi merkezlerde de bu geleneğin devam ettiği görülmektedir.

Büyük menderes havzasında toplam 129 merkezde prehistorik dönemlere ait kalıntılara rastlanmıştır. Yörenin prehistorik dönemlerdeki kültürel yapısını yansıtacak merkez sayısının oldukça yüksek olmasına karşın, bunların coğrafi ve tarihsel dağılımında bir düzensizlik söz konusudur. Bu erken kültüler arasındaki dikkat çekici kalıntılar Bafa Gölü çevresindeki kaya sığınıkları resimleridir68. Havzada en erken kültürel kalıntıların Bafa Gölü resimleriyle Neolitik Çağ’a belki de daha öncesine tarihlenmesine karşın, elimizdeki bilgilere göre gerçek anlamda ilk yerleşim Geç Neolitik çağ’da başlamıştır. Havzada Neolitik Çağ’ın en erken evresine tarihlenebilecek herhangi bir merkez bulunamamış, beşparmak da dahil olmak üzere Geç Neolitik Çağ’a ait 10 merkez saptanmıştır. Havzada kazısı yapılan tek Geç Neolitik Çağ yerleşimi Aphrodisias’dır. Ancak yapılan kazılarda dönemin ölü gömme adetlerini yansıtacak herhangi bir bilgi mevcut değildir69.

3. Kalkolitik Çağ’da Ölü Gömme

 

Taş aletlerin yanında bakırın da kullanılmaya başlanmasından dolayı Kalkolitik Dönem olarak adlandırılan bu dönem, Neolitik Dönem’in bir devamı niteliğindedir. Kalkolitik Çağda Anadolu’da görülen ölü gömme adetleri bölgelere göre değişiklik gösterir. Ölüler yerleşim yeri içine veya yerleşim yeri dışına Küp, toprak ya da taş sanduka biçimli mezarlara gömülmüş, yanlarına ölü hediyesi olarak çanak-çömlek, süs eşyaları ve silahlar bırakılmıştır.

Ön tarihte Anadolu kültürlerinde hakim bir mezar tipi olan küpler70 Anadolu’da ilk defa Kalkolitik Çağda ortaya çıkıp kesintisiz olarak M.Ö. 1200 yıllarına kadar kullanılmıştır71. Bir nevi “yumurta şeklinde” (Pithosgraber) mezarlardı72. Gömülerin bu mezar tipine gömülmelerinin sebebi, hocker tarzında ölünün içine kolaylıkla konulabilmesidir. Ayrıca ölüleri rutubete karşı ve zararlı hayvanlardan koruma amaçlıdır. Küp mezarlar toprağa gömüldükten sonra uzunca süre dayanıklı olmaları73 tercih edilme sebepleri arasında önemli bir paya sahiptir. Kalkolitik dönemde ortaya çıkan bu mezar tipi; Alişar74, Gözlükule75, Köşkhöyük76, Kuruçay77, Tilkitepe78 gibi merkezlerde görülmektedir.

4. Tunç Çağında Ölü Gömme

 

Güneybatı Anadolu Bölgesi’nde Eski Tunç Çağı’na ait buluntu veren merkezler (Yatağan, Damlıboğaz, İasos, Afrodisias, Beycesultan, Efes, Karataş-Semayük, Elmalı Ovası, Müsgebi) ve Kuzeybatı Anadolu Erken Tunç Çağı Merkezleri’nden (Troya-Yortan) oluşmaktadır.

Aphrodisias’daki Prehistorik Dönem’e ilişkin yerleşim, Akropol alanı, Pekmeztepe ve Kuşkalesi’nde tespit edilmiştir. Pekmeztepe Orta Tunç Çağı’na kadar kesintisiz bir yerleşim görürken Akropol kazıları sonucunda ise bu akropolün Eski Tunç Çağı II döneminden olduğu tespit edilmiştir79. Güneybatı Anadolu’nun bir başka önemli Eski Tunç Çağı merkezi olan Beycesultan’da yerleşim Geç Kalkolitik Çağ’dan başlayarak Geç Tunç Çağı’nın sununa kadar kesintisiz devam etmiştir80. Antik çağın önemli kentlerinden biri olan Efes’in yakınında bulunan Ayasuluk Tepesi’nde de Eski ve Orta Tunç Çağı’na ait tabakalar tespit edilmiştir81. Bölgenin bir diğer önemli merkezi olan İasos’ta yapılan çalışmalarda da Eski Tunç Çağı II tarihlendirilen bir nekropol alanı tespit edilmiştir82. Eski Tunç Çağı’nın önemli yerleşim ve nekropol alanlarından birisi olan Karataş-Semayük’te Eski Tunç Çağı I-II-III’e tarihlenen tabakalar tespit edilmiştir83. Eski Tunç Çağı’na ait buluntu veren merkezlerden biri de Damlıboğaz84 (Hydai) dır. Damlıboğaz köyünün doğusundaki Sarıçay Yatağı’nın yakınlarında bulunan alanda yapılan çalışmalar sonucunda bu alanın pithos gömülerden oluşan nekropol alanı olduğu belirlenmiştir. Bu nekropol alanının büyük bir bölümü kaçak kazılarla tahrip edilmiş olup satın alma yoluyla Milas müzesine kazandırılan ve Eski Tunç Çağı’na tarihlendirilen çanak-çömleklerin önemli bir bölümünün bu alandan geldiği anlaşılmıştır85.

Tunç çağına özgü mezar tipleri ise toprak mezar, kaya oyuğu ve kaya aralığı mezarları, küp mezar, sandık mezar ve oda mezarlardan oluşmaktadır86.

Ön tarihte Anadolu ölülerinin çoğu tek, pek azı da çift olarak hocker vaziyetinde gömülmüştür. Hocker durumunun kuzey, orta, doğu ve Batı Anadolu da muhtelif tipleri vardır. Dizlerin hafif surette büküldüğünü gösteren örneklerin yanında, karna, göğse ve çeneye kadar çekildiğini belirten buluntularda az değildir. Hocker durumunda gömülen Anadolu ölülerinin, tam hocker (dizin göğse-çeneye doğru çekilmesi ve bütün vücudun bir kitle halinde toplanması) ve yarım hocker ( dizin göğüsle karın arasında geniş bir açı meydan getirmek üzere karına doğru çekilmesi) olmak üzere ikiye ayrılmaktadır. Hocker durumundaki ölüler genellikle sağ veya sol yanlarına yatırılmış olup, sırt üstü bırakılanları çok azdır. Başları da aynı şekilde sağa veya sola yatırılmış olup, dik bırakılanları pek azdır. Pek azının başı altında yastık görevini gören ufak yassı bir taş bulunmaktadır87. Kalkolitik çağdan süregelen toprağa gömü ve küp ve sanduka mezar tiplerinin devam ettiği kazılar sonucunda tespit edilmiş olup Tunç Çağı döneminde bu tipler yanında oda mezar tipi ortaya çıkmıştır. Bu mezar tipi Özgüç’e göre, Orta Anadolu’da Alacahöyük’ün Bakır Çağı kültüründe ortaya çıkmıştır88. Aile mezarı olmasının yanında, mensup olduğunu sosyal sınıfın niteliğini açıkça ortaya koyan oda mezarlar dikdörtgen biçiminde çukurlar olup düzenli değildir. Çukurların dörtkenarı birbirine çamur harçla basitçe tutturulan orta boy taş dizileriyle çevrilmiştir. Mezarın iki uzun duvarı üstüne uzatılan ağaçlarla kapatıldığını ve bununda üstünün kerpiç, toprak ve çakılla örtülerek düz bir damın sağlandığını gösteren kalıntıları in-situ durumlarında incelemiştir89.

5. M.Ö. 1000 (arkaik dönem) Ölü Gömme

 

Bodrum yarımadasında bir Leleg yerleşimi olan Pedasa akropolünün yaklaşık 2 km kadar güneyinde yer alan Çam Tepe’nin güneydoğu alt yamacında iki adet Tümülüs mezar tespit edilmiştir. Tümülüs-1’in dış duvarları düzgün sıralı, ince uzun dikdörtgen bloklardan oluşmaktadır. Girişi doğu tarafta bulunan mezar dromos ve mezar odasından ibarettir. Daha önce kazısı ve araştırması yapılan Protogeometrik Tümülüs ile benzer özellikler gösterdiğini söyleyen Diler’e göre gömü odasının iri ve kaba taşlardan oluşan işçiliği nedeniyle Geç 2.-Erken 1. bin yıl tarihini önermektedir90. 2 No.lu Tümülüs ise bir teras üzerine inşa edilmiştir. Tümülüs duvarları genelde düzgün sıralar oluşturan dikdörtgen taşlardan, teras duvarı ise bloklardan inşa edilmiştir. Mezar dromos ve mezar odasından oluşmaktadır. Üstü örtüsü tahrip olan bu mezar da dilere göre duvar tekniği bakımından Pedasa’nın Erken 1. binyıla tarihli tümülüslerinden biri olmalıdır91. Pedasa territoriumu kapsamında Sivriçam Tepesi’nin batısındaki alanda 2002 yılında yüzey araştırmaları sırasında tespit edilen en eski Leleg tümülüsü 21 metre çapında 4 metre uzunluğundaki dromosa sahiptir. Dış duvar kaba bir işçilik göstermektedir. Taş yığıntısının dış duvara yakın alt kesiminde üst kısmı bir plaka taşla kapatılan urne kapları saptanmıştır. Urne kaplarının birden fazla olması bir aile mezarlığı olduğunu akla getirmektedir. Mezar buluntularından dolayı Geç Protogeometrik Dönemdendir92.

Daha önceki dönemlerle karşılaştırılınca Geometrik Dönem’e ait pek çok kazıda özellikle Geç Geometrik Dönemde gözlenen mezar çeşitliliği ve komplekslerin giderek artısının bu dönemde gözlenen sosyal yapıdaki organizasyon zenginliğindeki artışla ilişkili olduğu da iddia edilmektedir95. Karia bölgesi’nde de bu çeşitlilik ve artış göze çarpmaktadır.

Söz konusu dönem mezarlarına verilebilecek örneklerden biri Milas ovasının güneyinde yer alan Beçin’de yol çalışması sırasında açığa çıkartılmıştır. Bu mezarlardan biri Geometrik Dönem’in sonlarına tarihlendirmiştir96. Ören yolu üzerinde yapılan çalışmalar sırasında ise yol altında beş mezar açığa çıkartılmıştır. Bunlardan ikisi kist, üçü hendek mezardır. İlk ikisi son Geometrik Dönem’e ait aile mezarı (mezar 2 ve 3) , üçüncüsü bunların yüz metre doğusunda Subgeometrik (mezar 1) çocuk mezarıdır. Son geometrik aile mezarlarında iskeletlerin yatış pozisyonunda belirli bir düzen bulunmamaktadır. Çok defa yan yana dizilmiş üç kafatasının bulunması, yeni yapılacak gömü için önceki gömüye ait iskeletlerin bir kenara süpürüldüğü mezarın dönem içerisinde birden fazla gömü yapıldığını göstermektedir.

Lagina ve Börükçü 2004 yılı çalışmalarında açığa çıkartılmış olan ve buluntularından dolayı Geometrik döneme tarihlendirilen mezarlarda da uzun süreli kullanımın olduğu tespit edilmiştir97. İasosta Geç geometrik Dönem seramik veren bir mezarlık bulunmuştur98. Milas ilçesine bağlı Hüsamlar Köyü sınırları içerisinde yer alan Mengefe’de Geç geometrik Dönem Mezarlığı bulunmaktadır.

Geometrik dönem mezarlarının tespit edildiği Bozukbağ Mevkii Muğla’nın Yatağan İlçesine bağlı Turgut Kasabası’nın yaklaşık 1,5 km güneybatısında yer almaktadır99. Örgü ve plaka tekne tipinde inşa edilen mezarların yapı malzemesi kireç taşıdır. Mezarların duvarlarında harç kullanılmadan kuru duvar tekniğiyle örülmüştür. Mezarların üzerleri uzun ve düzgünce olan dört ve beş adet arasında değişen taşlarla kapatılmıştır. Dikdörtgen ve kare planlı bu mezarlar içerisinde bulunan ölü hediyelerinin form ve bezeme özellikleri açısından Geç Geometrik Dönem’e tarihlendirilmiştir100.

6. Klasik Dönemde Ölü Gömme

 

Bu Dönemde de Geometrik dönemin mezar tipleri kullanılmaya devam etmektedir. Oda mezarların yanında, örgü-tekne, plaka-tekne, toprağa ve kirse-oygu, lahit, vb gibi tipler söylenebilir. Bu mezarlar genelde mermer ve kireç taşından inşa edilmiştir. Börükçü Mevkii kazılarında bu tür mezar tiplerine rastlamak mümkündür101.

Klasik dönemde insanlar kremasyon ve inhumasyon uygulamasını sürdürmüştür. En basit inhumasyon mezarı toprağa kazılan bir çukurdur. Bazılarının mezar içleri, duvar kısımlarına gelecek biçimde küçük çakıl tasları ile döşenmişken diğer pek çoğunda buna rastlanmaz. Mezarlar genellikle tek kişiye aittir. Ancak birçok gömünün yapıldığı aile mezarları da bulunmaktadır102. Arkaik dönemden de alışılan gelen kremasyon gömü Klasik Dönem’de de değişmeden devam etmiştir. Bu kremasyonlama için genelde urneler tercih edilmiştir103. İnhumasyon ve kremasyon mezarlarının yanı sıra içi bos mezarlar da bulunmuştur. Kenotaphlar en yaygın olarak hayatlarını uzak yerlerde kaybetmiş veya bir deniz kazası gibi kemiklerin bile geriye kalmadığı olaylar sonrasında yakınları tarafından yapılmıştır. Bunlar da diğer mezarlar gibi saygı ve gerekli işlemleri görmüşlerdir104. Börükçü Mevkii 2004 yılı çalışmalarında (04BM15 ve 04BM16 numaralı mezar) bu tip mezarlar açığa çıkartılmıştır. Klasik Dönem nekropol planlaması içerisinde yer alan bu mezarlar ve benzerleri geleneğin klasik Dönem içerisinde yaygın olduğunu göstermektedir105. Klasik kaynaklardan edindiğimiz bilgiler ışığında bu anma törenleri sırasında mezarların ziyaret edildiği, çiçek sunularının yapıldığı, saygının bir göstergesi olan kurdele ve çelenklerin hazırlandığı bilinmektedir.

7. Helenistik Dönem Ölü Gömme

 

Ege Bölgesinde çok odalı evlerde yaşayan insanlar tarım ve hayvancılıkla uğraşıyor olmalıydı. Ev içerisindeki bazı odaların depolama amaçlı kullanılması kısmen bunun kanıtıydı. Bu bölge insanı, günümüzde olduğu gibi antik dönemde de zeytincilik ve bağcılıkla uğraşıyor ihtiyaç fazlası ürünü ise ticari amaçla kullanıyordu. Belentepe Mevkii kazılarında zeytinyağı işliği veya şaraphanelerin tespit edilmiş olması dönem insanının bu tür ekonomik ve ticari faaliyetlerde bulunduğunun göstergesiydi. Mekanların çoğunun yaşam alanı ve depolama odaları oluşu, sondaj kazılarında ticari amphora diplerinin ele geçmesi tarımsal gücün fazla olduğunu göstermektedir. Bölgede üretilen ürünün bağlı bulunduğu Keramos’a oradan da deniz yoluyla Chios, Kos, İasos, Knidos, Samos ve Rodos gibi deniz aşırı yerleşimlere ihraç edildiği öngörülebilirdi. Mengefe ve kuş uçuşu 3 km. kuzeybatısında tespit edilmiş olan Belentepe Mevkii yerleşimi ve bölgede henüz tespit edilememiş olan yerleşimler olasılıkla Keramos’a bağlı ve Keramos’u besleyen arterler durumundaki yerleşimler olmalıydı.

İnsanoğlunun yerleşik hayata geçmesiyle başlayan mimari serüveni sürekli gelişim göstererek günümüz mimarlığının temellerini oluşturmaktaydı. Anadolu ikliminin çeşitliliği yerleşik yaşamı, insanların inşa ettikleri yapıların tipini ve malzemesini belirlemekteydi. Akdeniz ikliminin egemen olduğu Akdeniz ve Ege Bölgelerinde taş mimari kullanılmışken Karadeniz bölgesinde ahşap tercih edilmişti. Taş malzemenin kullanıldığı yapılar, yaz aylarında serin kış aylarında ise yaşam alanını sıcak tutmaktaydı.

Antik dönem insanı öldükten sonra başka bir dünyanın varlığına inanıyorlardı. Bu nedenle ölüm önemli bir ritüel haline gelmişti. İlk dönemlerde ev içine gömüler tercih edilirken nüfusun artmasıyla birlikte ölen insanlara mezarlık alanlar (nekropol) oluşturulmaya başlanmıştı. 2007 yılı mayıs ayında başlayan Belentepe ve Mengefe kazıları sonucunda buluntularından dolayı Geometrik Dönem’e tarihlenen bir nekropol alanı açığa çıkartılmıştı. Bu nekropole ait Geometrik yerleşim tespit edilememesine rağmen bu bölgede bir geometrik yerleşim olmalıydı. Hemen arkasından devam eden Klasik ve Helenistik Dönem yapıları bu bölgenin terk edilmediğinin göstergesiydi. Muğla Bölgesi zengin mermer yataklarına sahipti.

Klasik ve yoğunlukla Helenistik Dönem’de insanlar kentlerini ve önemli yapılarını mermerden inşa etmekteydi. Çok işlevli devasa yapılar bir nevi gücün ve zenginliğin simgesi olmalıydı. Yamaçlarda ya da verimli vadilerde kurulacak olan küçük köy yerleşimleri olasılıkla aynı dönemin modası haline gelmiş mermerin yapı inşasında kullanıldığının farkındaydı. Ancak dağların eteklerine verimli bir vadiye kurulmuş olan Belentepe ve Mengefe Mevkii’nde açığa çıkartılmış olan yapılarda mermer kullanmak maddi açıdan olanaksızdı. Bunun yerine yapılarını inşa ederken taş ocaklarının yoğun olduğu bölge tercih edilmişti. Hem Belentepe hem de Mengefe insanı yerleşimlerini taş ocaklarının üzerine kurmayı tercih etmişlerdi. Böylece yapıda kullanılacak olan taş malzeme hemen temin edilebilirdi. İkinci bir avantaj ise kireç taşının yüzeyinin düzgün bir yapısının olmasıydı. Böylece ocaktan kesilen taş malzeme, yoğun bir işçiliğe tabi tutulmadan yapı ve mezar inşasında kullanılmaktaydı. Antik dönemde taş ocaklarından blokların alınması eskiçağda taş ocaklarında uygulanan genel yöntemlerle uygunluk göstermektedir. Söz konusu bu durumda taş ustası herhangi bir aletle bloğun çıkarılacağı hatları çizmektedir. Bunun yanında anakayanın damarlarına dikkat ederek, bloğun ayrılma işlemine başlar. İşaretlenen anakayanın iki yanı ve arkası bir kanal gibi açılarak, bloğun dört alt kenarına kamalar yerleştirilir. Bu kamalar V şeklinde olup demirden ya da ahşaptandır. Tabana paralel açılıp yuvalara konulan kamaların çekiçlenmesi ya da ısıtılmasıyla şişmelerin sağlanması, çevresi açılan bloğun alttan da koparak ayrılmasına neden olmaktadır107. Bu tür taş ocakları Termessos’ta da görülmektedir108. Belentepe ve Menfege’de olduğu gibi Olba Bölgesi’nin taş cinsi kalker kireç taşıdır. Bölgede bu taşların işlenmesinde ise keser, taşçı kalemleri ve dişli tarak gibi aletlerin kullanıldığı109 söylenmektedir. Bu tür taş ocaklarının üzerine yapılar ve mezarlar inşa edilmesine örnek olarak Karaçallı110 Nekropolü’nü Kıbrıs’ın Karpaz Bölgesi’ndeki Cnidus111 verilebilir. Burada da nekropol taş ocağı olarak kullanılan düz tepeye inşa edilmiştir. Mezarların yapı malzemesi ise Belentepe Mevkii’nde olduğu gibi taş ocağından temin edilen taşlardır112. Mengefe ve Belentepe yapılarında kullanılan malzeme düzgün kesilmiş blok, plaka ve moloz taşlardan oluşmaktaydı. Zeminin sıkıştırılmış bir toprakla seviyesi belirlenmiş ve hemen temel duvarları inşa edilmişti. Yapı duvarlarında ve mekanlarda Klasik şema belirgindi. Çoğunlukla temelde büyük blok taşlar kullanılmış ve temel duvarları anakayaya oturtulmuştu. Köşelerde kullanılan büyük blok taşlar, üzerlerine gelecek olan duvar yapısını ve üst örtüyü taşır nitelikteydi. Ancak Helenistik Dönem’de nüfusun artmasıyla beraber Klasik şema bozulmuştu. Klasik Dönem’de kullanılan mekanlara yeni duvarlar eklenerek mekanlar işlevsel hale getirilmişti. Bu düzenleme olasılıkla nüfusun artması ve dönem insanının üretiminden kaynaklanan ihtiyaçları giderecek mekanları yaratmaktı. Roma döneminde iskan olarak kesintiye uğrayan Belentepe’de Bizans tabakası tespit edilmiştir. M.S. 10 yy başlayan bu tabakaya ait yapılar zeytin ve şarap işliklerinden oluşmaktadır.

Börükçü kazıları sonucunda açığa çıkartılmış olan Geometrik Dönem Nekropolüyle ve bu nekropolün hemen üzerine kurulan Klasik Dönem’de inşa edilen ve Helenistik Dönem’de kullanımı devam eden Zeytinyağı İşlikleri ve Dokuma Atölyeleri tespit edilmişti. Bu alanlara ayrıca mezarları inşa etmelerinin asıl nedeni ise mezarlık alanların kutsal sayılması ve sonraki dönem insanının bu alanları terk etmek istememeleridir.

Belentepe mevkiinde 2007 yılı çalışmaları sırasında açığa çıkartılmış mezarlar tipolojik açıdan farklılık göstermektedir. Altı tip içerisinde incelenecek olan mezarlar inşa edildiği alanın doğal yapısının özelliklerini taşımaktadır.

Ege Bölgesi Mezar Tipleri

Aşağıda ayrıntılı biçimde inceleneceği gibi, Batı Anadolu ölü gömme uygulamaları içinde değerlendirilen mezar tipleri basit toprak, pişmiş toprak, taş sandık ve sahte oda mezar , Tümülüs olmak üzere 5 tiptir. Saptanan toplam 81 mezarlık alanı ya da tekil mezar içinde özellikle kazısı yapılan mezarlık alanları dikkate alındığında pişmiş toprak mezarların çoğunluğu oluşturduğu fark edilir. Bunu taş sandık mezar ve basit toprak gömüler izlerken; oda mezarlarada sıkça rastlanmaktadır.

Basit Toprak Mezar

Toprağa cesedin yerleştirilebileceği uygun büyüklükte kazılmış dikdörtgen biçimli çukurlara, toprağa herhangi bir müdahale söz konusu olmaksızın; bir başka deyişle mezarın etrafına taş vb. herhangi bir madde döşenmeksizin, mezar armağanlı ya da armağansız olarak ölünün defnedilmesiyle gerçekleştirilen gömü biçimi basit toprak mezar olarak tanımlanmaktadır. Ancak, burada dikkat edilmesi gereken bir nokta, bu mezarlarda organik maddeden yapılmış ve zamanın tahribatına dayanamayan veya kazılarda saptanamayan bazı materyallerin gömü işlemi sırasında konulup konulmadığının şimdilik kaydıyla bilinemeyeceğidir.1087 Daha ayrıntılı açıklanmaya çalışılacak olursa, basit toprak mezarlara konulan ölülerin çevresinde ya da üzerinde zamanın tahribatına dayanamayacak herhangi bir ahşap, saz, dokuma vb. gibi bitkisel kökenli ya da deri veya post gibi hayvansal kökenli organik maddenin konulup konulmadığını arkeometrik yöntemler haricinde saptamak oldukça güç hatta olanaksızdır.

Basit toprak gömülerde gömü üzerinde rastlanan tek organik buluntu, Baklatepe ETÇ I basit toprak mezarlarından G24 mezarında rastlanan iskelet üzerine serpiştirilmiş buğday taneleridir.1088 Diğer kazı yerlerinde özellikle de eski kazılarda bu konuya dikkat edilmediği için mezarlarda herhangi bir organik maddenin bulunup bulunmadığı ya da günümüzde yapılan basit toprak gömülerde olduğu gibi üzerinde hasır ve ahşap bulunup bulunmadığı bilinememektedir. Ayrıca organik maddeler kısmında daha ayrıntılı inceleneceği için sadece değinmekle yetinilecek bir diğer buluntu ise Aphrodisias’da bir pithos gömüde rastlanılan hasır izleridir.

Bütün bu eksikliklere karşın, mezar armağanları arasında rastlanılan iğneler, ister basit toprak gömü olsun isterse de diğer mezar türleri, kefen bezi benzeri bir organik örtünün kullanılmış olabileceğini gösteren dolaylı kanıtlar olarak düşünülebilir. Mezar armağanlarının incelendiği kısımda bu iğnelerin işlevleri daha ayrıntılı olarak inceleneceğinden burada sadece kaybolan malzemeden yapılmış bir kefenin varlığına işaret eden dolaylı kanıtlar olabileceğini belirtmek yeterlidir.

Basit toprak mezarların ölü gömme geleneği içindeki yerine geldiğimizde ise bunun sosyal statü belirtip belirtmediği konusunda yapılacak yorum sadece Baklatepe’de iki ve Kubad-Âbâd’da bir tane olmak üzere ortaya çıkarılan toplam üç mezara dayanmak zorundadır. Diğer mezar türleri olan pişmiş toprak ve taş sandık mezarlara bakıldığında, mezarın yapımı için harcanan emek açısından basit toprak mezarların en az emek harcanan ve dolayısıyla en az yatırımın yapıldığı mezarlar olması gerçeği bu tip mezarların sosyo- ekonomik açıdan daha fakir veya sınıflı bir topluluk için düşünecek olursak daha alt sınıflara ait mezar tipiymiş gibi görünmekle birlikte bu üç mezarda ortaya çıkarılan mezar armağanlarının şaşırtıcı zenginliği akla başka olasılıkları da getirmektedir.

Baklatepe’de G46 ve G24 olarak adlandırılan ve birincisinde 12 yaşında bir kız çocuğu, diğerinde ise yetişkin bir erkek iskeletinin ortaya çıkarıldığı basit toprak mezarlarda rastlanılan gümüş ya da kurşundan yapılmış kolye, küpe, bilezik gibi süs eşyaları ve amulet ya da idol olarak nitelendirilebilecek nesneler bu mezarlık alanında mezar tipi ile sosyal konum arasında doğrusal bir ilişki kurulamayacağını gösteren kanıtlardır.1090 Ayrıca Baklatepe’nin kazıcısı Erkanal’da bu konuda hemfikir olup, Baklatepe’deki her tür mezarda son derece zengin armağanların çıkabildiğini belirtmektedir.1091 Kubad-Âbâd kazılarında ortaya çıkarılan olasılıkla intramural basit toprak gömüdeki kadın iskeletinin yanında rastlanılan altın ve bronzdan yapılmış süs eşyaları da diğer kanıtlardır.

Bu iki yerde ortaya çıkarılan aykırı kanıtlara rağmen Batı Anadolu’nun diğer yerlerinde bulunan basit toprak mezarlarda görece daha az mezar armağanına rastlanılmaktadır. Bununla birlikte Batı Anadolu’da basit toprak mezara sahip toplam 18 yerdeki 52 mezarın sadece üçünün bu şekilde zengin armağanlara sahip olduğu da gözden kaçırılmaması gereken bir noktadır. Bu mezarların sadece üç adet olması ise, bunun az rastlanan bir olgu olmasından ve basit toprak gömü ile sosyal-statü arasındaki doğrudan ilişkiye ters düşmesinden çok, topluluk içinde farklılığı olan az sayıda bireyden bazılarının böyle gömüldüğü şeklinde yorumlanabilir. Bu öneriyi destekleyecek bir diğer istatistiksel veri ise Batı Anadolu’da en fazla sayıda (23 adet) basit toprak gömüye sahip yer olan Baklatepe’de bile sadece iki mezarın zengin armağanlara sahip olmasıdır. Kubad-Âbâd mezarı ise intramural olma olasılığının bulunması ve intramural gömünün zaten yukarıda açıklandığı gibi olasılıkla farklılığı bulunan bireylere uygulanmasından dolayı aynı düşünceyi doğrulayabilecek şekilde yorumlanabilir. Ayrıca yine intramural olarak gömülmüş Troia IIg evresine ait 201 no’lu alanın tabanında, sağ yanına yatırılmış olarak hocker pozisyonunda ve yanında kurşun bir bilezik ile beraber gömülü olarak bulunmuş 12-13 yaşlarında bir çocuk gömüsü de yanında taşıdığı cinsiyet belirtici nesnenin aynı zamanda bir statü nesnesi olabileceği yorumuyla bir diğer kanıt olarak ileri sürülebilir.1093 Ancak ileride açıklanacağı gibi cinsiyet belirtici nesnelerin zaman zaman statü nesnesi de olabilecekleri göz önüne alınarak ileri sürülen bu kanıt yine de kesin değildir.

Bu durumda yine de basit toprak gömülerin bireylerin sosyo-ekonomik güçleriyle bağlantılı; ancak, zaman zaman ekonomik olarak güçlü olmamakla birlikte topluluğun diğer bireylerinden belirli farklılıkları olan insanların statü nesneleri ile birlikte gömülebileceklerini ya da Baklatepe G46 mezarındaki kız çocuğu gömüsünde olduğu gibi kendisini gömenler tarafından kıymetli süs eşyalarıyla donatılmış olabileceğini belirtmek olasıdır.

Yukarıda ileri sürülen esnek öneriyi destekleyecek başka kanıtların olup olmadığını anlamak için söz konusu dönemde Anadolu’nun diğer yerlerindeki uygulamaları da incelemek gereklidir. Bu türden bir inceleme sonucu, İkiztepe’deki1094 tamamı basit toprak gömüden oluşan ve bu nedenle sosyo-ekonomik anlamda bir farklılığa işaret edip etmediği belli olmayan mezarlığı bir yana bırakacak olursak, Balıbağı1095, Kaledoruğu/Kavak1096, Kuşsaray1097, Tekeköy1098 gibi yerlerde yapılan çalışmalar da basit toprak mezarlara diğer mezar tipleri ile birlikte rastlandığını göstermiştir. Bu mezarların çoğu armağansız olup, mezar armağanı bulunanların ise diğer tiplerden armağan olarak farklı olmaması, basit toprak mezarlara gömülenlerle diğer tip mezarlara gömülenler arasında sosyo-ekonomik açıdan bir farklılığın bulunmuyor olabileceğine işaret ediyor olabilir.

Ancak, yine de dikkati çeken bir konu intramural yetişkin gömülerinin büyük bir çoğunluğunun basit toprak gömü oluşudur. İntramural olarak gömülen çocuk ve bebekler pişmiş toprak kaplara konulurken yetişkinlerin basit toprak mezarlara gömülmeleri, basit toprak gömünün daha çok intramural olarak gömülen yetişkinlerle ilintili olduğu izlenimi uyandırmaktadır. Bu konuyu daha ayrıntılı irdelemek için gerekli veriler ise ne yazık ki yoktur. Birçok mezar ya da mezarlık alanında ortaya çıkarılan iskeletlerin incelemesi yapılmamış, birçok yerde ise mezarlardan çıkan kemiklerin tahrip olmuş olması yorum yapmayı daha da güçleştirmiştir.

Bu durumda tekrar edecek olursak, basit toprak gömü ile sosyal statü arasında doğrudan bir bağlantının olduğunu gösteren kuvvetli kanıtlar yoktur. Bunun yanı sıra intramural yetişkin gömülerinin basit toprak mezarlara konulduğu yolunda zayıf da olsa bazı kanıtlar vardır. Basit toprak gömülerde çıkan mezar armağanları ile diğer mezarlarda çıkanlar arasında çok büyük farklılıkların olmamasının yanı sıra basit toprak mezarların farklı bir inanç sistemini temsil ettiklerini ya da simgesel anlamları olduğunu söylemek zordur. Ancak, konuya diğer mezar tipleri açısından bakacak olursak, pişmiş toprak mezarların ve taş sandık mezarların bu türden farklılıklara işaret ediyor olmaları ve pişmiş toprak mezarların simgesel bazı anlamlarla yüklü olmaları akla şu an bilemediğimiz farklı bir inanç sisteminin etkisiyle mi basit toprak mezar yapıldı sorusunu getirebilir. Bu soruysa eldeki verilerle yanıtlanabilecek gibi değildir.

Pişmiş Toprak Mezar

Pişmiş toprak mezar tanımı, adından da anlaşılabileceği gibi pişirildiğinde plastisitesini/yumuşaklığını yitirerek, geri dönüşsüz bir biçimde yapıldığı şekilde kalan bir toprak ürünüdür. Kırıldığında parçalı da olsa kalan pişmiş toprak ürünlerin ölü gömme uygulamalarında kullanılması mantıken Çanak Çömlekli Neolitik dönemden itibaren olmalıdır. Zaten en basitinden Çatalhöyük’e baktığımızda da intramural gömülerin bir kısmının çömlek içindeki çocuk veya bebek gömüleri olduğunu görürüz. Sınıflamanın pişmiş toprak tanımından yola çıkılarak yapılması ise iki farklı tipte toprak ürününün ölü gömme uygulamalarında kullanılmış olmasıdır. Bunlardan ilki çömlek boyutunda ve diğerine göre daha küçükken diğeri küp ya da pithos denilen ve en küçüğü 0,50m’den başlayarak 2,00m boyuna kadar ulaşan pişmiş topraktan yapılmış kaplardır.

Aslında öncelikle gündelik işler için üretilmiş olan kap çeşitleri olarak değerlendirilebilecek bu kaplardan pithosların özellikle artı ürünün depolanması sorununun giderilmesi amacıyla çömleklerden sonraki bir dönemde ortaya çıktığını düşünmek yanlış sayılmaz. Bununla birlikte zaman içinde bu iki kap tipi, üretilen değişik ürünlerin kullanılması, korunması ya da depolanması için kullanılmanın yanı sıra ölü gömme uygularında da yerini almaya başlamıştır. Peki nasıl olmuştur da ölü gömme için bu türden yeni bir mezar tipine dönüşecek uygulama başlamıştır? Bu sorunun yanıtı için Neolitik Döneme kadar geriye giderek Çatalhöyük yerleşimindeki intramural örgü sepet gömülerine bakmak gereklidir. Bu gömüler E.VII.21 tapınağının tabanında bir boğa başının altına sepet içinde bırakılmış bir kafatası ile tapınak VI.B.20’de ortaya çıkarılan sepet içindeki gömüdür ve organik bir maddeden yapılan sepetin izleri açık bir şekilde görülmektedir.1099 Saptanabilen sepet izlerinden yola çıkarak çanak çömlek kullanılmaya geçilmeden önce ya da geçildikten sonra da bir süre bu türden bir uygulamaya gidildiğini söylemek olasıdır. Bu uygulamanın yaygınlık kazanması ise belki de boyut itibarıyla yapılan çömleklerin içine önce çocukların konulması sonra da artan üretime paralel olarak öncelikle artı ürünü depolama için daha büyük kap yapma gereksinimi ile ortaya çıkmış olabilecek pithosların yetişkinler için de kullanılmasıyla bir gelenek haline gelmiştir.

Ancak bütün bunlardan önce pişmiş toprak kaplar içine yapılan gömünün antropolojik olarak ne anlama gelebileceği, o dönem insanının ölü gömme sırasında uyguladığı ritüel içinde ve onların ruhani dünyalarında bu tip mezarların yerinin ne olduğunu anlamak gereklidir.

Öncelikle, ölü gömme geleneği gibi bir konunun ister istemez varacağı nokta olan din ve ölüm sırası ve sonrası dini ritüelleri biçimlendirirken elbette bir yerden sonra arkeolojik kanıtı olmayan bazı noktaların yorumla açıklanması zorunluluğunu kabul etmek gerekmektedir. Mellaart’ın bu konuda son derece haklı olarak belirttiği, “hiçbir arkeoloğun ayırdına varamayacağı, ölen kişinin kişisel dilek ve gereksinimleri, akrabalarının saygı ve sevgisi, olası soyut dini etkenler, ölüm şekli”1100 gibi soyut ya da kanıtlanması güç konuların yanı sıra, topluluğun tam olarak şekillendirilemeyen ancak varlığı kabul edilen, toprağın bereket ve verimliliği ile kadının doğurganlığı arasında kurulan ilişki gibi konular özellikle pişmiş toprak gömüler için aydınlatıcı olabilecek bazı nitelikler taşıdığından ister istemez bazı yorumlara girilecektir.

Batı Anadolu Erken Tunç Çağı ölü gömme gelenekleri bağlamında incelenen toplam 1971 mezar ile ilgili bazı sayısal veriler bu nitelikleri daha aydınlatıcı biçimde ortaya koymaktadır. Sözü edilen 1971 mezarın 792 adedi pişmiş toprak gömü tipindedir. Bu 792 mezarın 724 adedi pithos, 68 adedi ise çömlek gömüdür. Yapı itibarıyla şişkin karınlı, hamile bir kadını andıran pithosların sanki öteki dünyada yeniden doğuşu temsil ettiği yolunda bir yorum yapmak olasıdır. Soyut bir kavram olduğu için sadece bir çıkarsamaya dayalı bu öneriyi destekleyecek somut veriler ise takdir edilebileceği gibi yoktur. Yani, elimizde yazılı belge olmaması, Prehistorik dönem insanının düşünce dünyası ile ilgili bilgilerimizin bulunmaması bu yorumun kanıtlanamaz yanıdır. Bir başka deyişle sadece maddi kanıtlar bizim o dönem insanının ruh ve düşünce dünyasını anlamamızı sağlayamayabilir, ayrıca sağlasa bile ya da Batı Anadolu Erken Tunç Çağı topluluklarından birine ait bir birey gerçeği kulağımıza fısıldasa bile bunu başkalarına kanıtlamanın olanağı yoktur. Bu ayrıntıları dikkate aldıktan sonra bir diğer noktaya tekrar dikkat çekmek gereklidir. Bu nokta da mezarların yönlendirilmesidir. Batı Anadolu’da ortaya çıkarılan 1971 Erken Tunç Çağı mezarının 1208 adedinde güneşin doğduğu yöne doğru yapılmış bir yönlendirme görülmektedir. Şimdi bu iki somut veriden yola çıkarak Erken Tunç Çağı Batı Anadolu insanının ölüm karşısında gösterdiği tepkiler açısından soyut dünyası ile ilgili bir çıkarsama yapmaya başlayabiliriz.

İlk olarak bereket kültünün, kadının doğurganlığının, doğadaki mevsimsel ya da günlük devinimlerin, güneşin her gün yeniden doğuşu, ayın hareketleri, mevsimlerinin birbirini izlemesi gibi doğal tarih zekâsı ile ayırdına varılan gerçeklerin hep bir dairesel devinim içinde olması ve ölüm sonrasında bir öteki dünyanın bulunması gerekliliğine olan inanışı birbiri ile kaynaştırdığımızda, ortaya ölüyü tekrar öteki dünyada canlandıracak ve o soyut dünyada yaşamasını sağlayacak uygulamaların çıktığını belirtebiliriz. Bu durumda, pişmiş toprak gömülerin sanki yeniden doğuşu sağlayacak yapay öteki dünya anneleri gibi görülmesi ve bu tekrar doğuşun güneşle ya da güneşin yeniden doğmasıyla ilintili olması kaçınılmazdır. Bu öneriyi destekleyecek bir diğer kanıt ise ileride Yunan Mitolojisi’nde karşılığını bulacak olan Demeter’in kızı Persephone’nin Hades’e gidişi ve mevsimsel olarak geri dönüşüdür.1101 Aynı şekilde Güneşin her zaman Okeanos’tan batıp diğer gün tekrar doğması, Odysseus’un ölüler ülkesine gitmek için Okeanos kıyısına gelmesi, bunun yanı sıra Mezopotamya Mitolojileri’nde İştar’ın yeraltı dünyasına inişi1102 gibi söylenceler, olasılıkla prehistorik dönemlerin öteki dünya kavramlarından köken almıştır.

Şimdi bütün bu açıklamalar ışığında pişmiş toprak mezarları çevredeki diğer uygulamalarla karşılaştırarak ve daha önceki Kalkolitik ve Neolitik dönemleri de dikkate alarak incelemeye geçebiliriz. Başlangıç olarak hemen belirtmek gerekir ki pişmiş toprak mezarları boyutuna ve niteliğine göre çömlek gömüler, pithos gömüler ve pseudo pithos gömüler olarak sınıflamak inceleme açısından kolaylık sağlayacağından bu türden bir sınıflamaya gidilmiştir.

Çömlek Gömüler

Toplam 792 pişmiş toprak mezarın 68 tanesi çömlek gömülerden oluşmaktadır. Baklatepe, Kusura, Küçükhöyük, Aphrodisias ve Yortan bu mezar tipinin en fazla görüldüğü yerlerdir. Çömlek gömü için seçilen boyutsal tanımlama çömleğin 0,50m’den küçük boya sahip olmasıdır. Çoğunlukla geniş ağızlı olan bu çömleklerin ağız açıklığı, içine bir bebek ya da çocuğun sığabileceği genişliktedir. Ağız açıklıkları pithos gömülerde de görülebileceği gibi genellikle doğu-güneydoğu-kuzeydoğu yönüne bakan bu çömleklerin ağızları zaman zaman bir başka çömlek ya da kap paçası veya taş ile kapatılmıştır.

Boyutlarının pithos gömülere göre daha küçük olmasının getirdiği zorunlulukla sadece çocuk ve bebek gömülerinde kullanılan bu çömleklerin önemlice bir kısmı da intramural gömülerde kullanılmıştır. Bu da aslında intramural gömünün daha çok çocuk ve bebeklere uygulanması ile bağlantılı olup, Aphrodisias, Hisarlık/Troia ve Beycesultan gibi yerleşimi kazılıp, mezarlık alanı saptanamamış yerlerde neden çömlek gömü kullanıldığını açıklar nitelikte bir olgudur.
Bunun yanı sıra daha sonraki dönemlerin urnelerinin öncülü olarak görülebilecek çömlek gömüler, temel olarak urnelerin yakarak gömü için kullanılmaları ile bunlardan ayrılmaktadır. Tanım olarak, yakılan bir ölüden geriye kalan kül ve kemiklerin saklanmak üzere içine konulduğu, yalnızca bu amaç için üretilmiş ya da bu amaca uygun herhangi bir kap1103 olan urneler, elbette tarihöncesi dönemlerden itibaren kullanılan çömlek gömülerden geliştirilmiştir. Ancak Batı Anadolu Erken Tunç Çağı’nda yakarak gömü yaygın bir uygulama değildir. Batı Anadolu’da incelenen toplam 1971 mezar içinde sadece üç mezarda rastlanılan kremasyon izleri çömlek gömülerin çocuk ve bebek gömülerinde kullanıldığını gösteren dolaylı kanıtlar olup, bu üç mezardaki kremasyon izleri de şüphelidir.

Çömlek gömülerin ilk izlerine daha önce de belirtildiği gibi Neolitik Çağ’dan itibaren rastlanmakta olup, Köşk Höyük1104 ve Pınarbaşı/Bor1105 höyüklerinde yapılan kazılarda ortaya çıkarılan pişmiş toprak kaplar içindeki gömüler bunların ilk örneklerindendir. Daha sonrasında Kalkolitik Çağ’da bu uygulama giderek artmıştır. Batı Anadolu’da Beycesultan1106 ve Kuruçay’da1107 Geç Kalkolitik çağa tarihlenen tabakalarda ortaya çıkarılan çömlek gömüler çocuk ve bebek mezarıyken, Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da ise Değirmentepe1108, Gözlükule1109, Hassek Höyük1110, Kargamış1111, Korucutepe1112 ve Samsat1113 kazılarında ortaya çıkarılan ve çoğunluğu Geç Kalkolitik Çağ’a tarihlenen çömlek gömülerin tamamı yine çocuk ve bebek iskeletleri barındırmaktadır.

Burada kısa bir açıklamayı gerektiren Değirmentepe mezarları pişmiş toprak mezar geleneğinin nasıl ortaya çıkmış olabileceği konusunda bazı ipuçları verdiği için önemlidir.

Pithos Gömüler

Batı Anadolu Erken Tunç Çağı mezarlıklarında en fazla sayıda rastlanılan mezar tipini oluşturan pithos gömüler, yüksekliği 0,50m’den başlayan ve 2,00m’ye kadar uzanan bir ölçek içinde rastlanılan, çoğunluğu boyunlu, geniş ağızlı, düz veya sivri dipli, karşılıklı iki ya da dört kulplu, zaman zaman gövdesinde ya da boyun kısmında bezemeler de bulunan büyük pithoslardır. İleride daha ayrıntılı inceleneceği gibi ağızları çoğunlukla doğu-güneydoğu- kuzeydoğu yönüne bakan ve genellikle yüzeye doğru eğimli yerleştirilen bu pithosların ağızları büyükçe bir taş ya da bir başka çömlekle kapatılmıştır. Bununla birlikte ağızları kapatılmayanlar ya da kapatan malzemenin kaybolduğu pithoslar da bulunmaktadır. Söz konusu dönemde incelenen toplam 1971 mezarın 724 tanesi pithos gömüdür ve incelenen 82 mezar ya da mezarlık alanının 44’ünde bu tip mezarla karşılaşılmıştır.

Bu tip bir gömü tarzının nasıl, neden ve ne zamandan başlayarak tercih edildiği konusu ise sadece arkeolojik verilerle açıklanacak gibi olmayıp antropolojik ve etnografik verilerden de yararlanmak gerekmektedir. Öncelikle, hemen belirtmek gerekir ki, Bottero’nun son derece doğru bir biçimde vurguladığı gibi, tarihte asla büyük B ile başlayan bir Başlangıcın olmadığını bilmek ve sadece gelişmeler, kesişmeler, ayrılıklar, unutuşlar, yeniden ortaya çıkışların olabileceğini kabul etmeliyiz.1115 Bu nedenle pithosların ilk ortaya çıkışı ya da kullanımının fazlalaşması konusunda kesin bir tarih vermek olanaksızdır. Ancak, artı ürününün çoğalması sonucu depolama kaplarının büyümesi ile pithosların ortaya çıkışı arasında bir bağ olması gerektiği düşünülebilir. Bu nedenle sadece bazı çıkarımlarda bulunulabilir. Arkeolojik verilerden yola çıkılarak yapılabilecek bu çıkarımlardan biri, Geç Neolitik Çağ’dan itibaren konut mimarlığında görülen dikkat çekici bir öğedir. Bu da konutların tabanlarında yer alan ve olasılıkla depolama için kullanılan çukurlardır. Bu çukurlar zaman zaman içine çömlek yerleştirmek için kullanılırken, bazı zamanlarda da doğrudan depolama için kullanılmış olabilir. İşte bu çukurlar ileride ortaya çıkacak pithosların atası olarak kabul edilebilir. Yine de pithosların ilk ortaya çıktığı dönem ile ilgili olarak Mezopotamya’nın Geç Kalkolitik Çağı’na bir başka deyişle Uruk Dönemi’ne kadar geriye gidilebileceği, plano-konveks yapıların içindeki kaplara bakılarak söylenebilir.

Anadolu’ya geldiğimizde ise Kalkolitik Çağ’dan başlayan gelişim, Mezopotamya’dan farklı olarak kendine özgü bir kentleşme mantığı içinde olmuş ve M.Özdoğan’ın belirttiği gibi; “ETÇ için söyleyecek olursak, Mezopotamya kenti artı değerin merkezi yönetim tarafından denetlenmesine dayalıyken, Anadolu kentlerinde artı değerin merkezi yönetim tarafından denetiminin izi yok. Kent çekirdekleri çok küçük. Depo, stok, işlik, bürokrasi olmadığı gibi, anıtsal tapınak, saray gibi sembolik yapılar da yok. Anadolu kentinin dış sur ve kapı yapıları da bence sembolik anlamda. Buna karşılık ETÇ’da Anadolu’da çok gelişkin zanaatlar var. Örneğin madencilik. Ancak bunların ne üretimi ne de stokları kent merkezlerinde. Yani sistem temelden farklı. Bu nedenle, Anadolu kentlerinde depolama kavramı yok. Anadolu Mezopotamya sistemine ETÇ III ile geçiyor ve o tarihten sonra kent çekirdekleri büyüyor, depo yerleri vs. ortaya çıkıyor.

Yukarıdaki açıklama Batı Anadolu’da Erken Tunç Çağı’nda pithos gömülerin nasıl başladığı ya da geliştiği konularında bazı ipuçları da taşımaktadır. Fakat ondan önce Anadolu’da pithos ya da oldukça büyük boyutta çömleklere Geç Neolitik Çağ’dan itibaren ve sadece iki yerleşimde, Köşk Höyük1118 ve Musular’da1119 rastlanıldığı saptamasını yapmak gereklidir. Ancak, Kalkolitik Çağ’a gelindiğinde bu sayı artmaktadır. Özellikle Orta ve Geç Kalkolitik Çağ’dan itibaren konut içinde depo, petek ya da silo barındıran, büyük çömlek ya da pithosların ve pithos gömülerin bulunduğu yerleşimler aşağıdaki gibidir. Arslantepe1120, Değirmentepe1121, Girikihaciyan1122, Hassek Höyük1123, Tülintepe1124, Yumuktepe1125 ve Hacılar’da1126 depolama alanlarına rastlanılmıştır. Bunun yanı sıra, Değirmentepe1127, Tülintepe1128 ve Hacılar’da1129 petekler bulunmakta ve Hassek Höyük1130, Norşuntepe1131, Pılır1132 ve Demircihöyük’te1133 büyük çömlek ya da pithoslar ortaya çıkarılmıştır. Pithos gömüye en çok rastlanılan yerler ise Samsat, Korucutepe, Hassek Höyük ve Gözlükule’dir. Görüldüğü gibi bu konuda Batı Anadolu’da kazı ve araştırma eksikliği nedeniyle fazlaca bilgi yokken, diğer bölgelerden gelen bilgiler pithosların öncelikle depolamada daha sonra da ölü gömmede kullanıldıklarını kanıtlayabilecek niteliktedir. Erken Tunç Çağı’na geldiğimizde ise pithoslara Anadolu’nun hemen her yerinde sıklıkla rastlanılmakta ve ölü gömmede kullanımları da artmaktadır.

Sahte/Pseudo Pithos Gömüler

Aslında bu türden bir ayrım yapılması Kusura’da rastlanılan bazı mezarlar nedeniyledir. Sadece Kusura’da bulunan bu mezar tipi bir pithosun boylamasına ortadan ikiye ayrılarak her iki yarının iskeletlerin üzerine kapatılması ya da yarım pithosların içine ölünün yerleştirilmesinden sonra üzerinin keramik kırıkları ile örtülmesi şeklindeki bir uygulama nedeniyledir. Bu uygulamanın başka yerlerde benzerinin olmaması ve Lamb ve Steward tarafından “Pseudo Pithos Burial” olarak nitelendirilmesi bu yapay ayrımın yapılmasına neden olmuştur.

Bu uygulama bir gelenekten çok yerel bir adet gibi gözükmekte olup, bu çalışmanın Giriş bölümünde açıklanan gelenek ve âdet arasındaki farkı çağrıştırmaktadır. Buna göre, belirli davranışsal norm ve değerleri benimseyip, aşılayan, gerçek ya da hayali bir geçmişle süreklilik gösteren ve genellikle yaygın biçimde benimsenen ritüeller ya da başka sembolik davranış biçimleriyle ilişkili toplumsal pratikler kümesi olarak tanımlanan gelenek;1140 insanoğlunun geçmişten aldıklarını geleceğe aktararak yarattığı sürecin ta kendisidir. Bu süreç içinde geleneğin ayırt edici yönü, yani onu gelenek kılan ana özelliği, bizatihî bir “seçilim”e tabi tutulmuş olmasıdır.1141 Bir başka deyişle bir kuşak, izleyen kuşağa kullanım gereçlerinin yanı sıra (kültürleme süreciyle) sınırsız sayıda davranış tarzı, fikir, ayin, inanç, adet, duygulanım, izlenim, bilgi, teknik, simge, imge, beceri, kurum, yöntem vb. bırakabilir. Ancak bunların tümü “gelenek” olarak nitelenmeyi hak edecek “değer”de değildir. Gelenek, aynı aktarım süreçlerini izleyen âdetten yaptırımcı, kural koyucu niteliğiyle ayırt edilmektedir.1142 Yine antropologların yaklaşımıyla bir olgunun gelenek olabilmesi için gereken ölçütler şunlardır: Sözü edilen olgunun en az üç kuşak boyunca sürüyor/tekrar ediyor olması; üstü kapalı biçimde de olsa bir değer yargısı ifade etmesi, bir başka deyişle yaptırımcı olması; geçmişle şimdiki durum arasında bir süreğenlik duygusu yaratması.

Sahte Pithos Mezarlara bu açıdan bakıldığında bu mezarların yaygın olmaması, yaptırımcı bir niteliğinin saptanamamış olması ve aktarım süreçleri içinde yer almaması bunların yerel bir âdet olarak algılanması zorunluluğunu doğurmaktadır. Bununla birlikte, Kusura gibi bir yer sosyo-ekonomik gelişmişlik açısında incelendiğinde aslında çok fazla gelişmemiş ve bu nedenle ekonomik açıdan zayıf bir yerleşim izlenimi verdiğinden akla başka bir açıklama daha gelmektedir. Bu da bir mezara yapılacak yatırımın ikiye bölünerek maliyetin yarı yarıya düşürülmesi ile açıklanabilecek ekonomik olgudur. Bir başka deyişle sadece yerel bir âdetle değil, bunun yanı sıra tamamen ekonomik bir olguyla da karşılaşılmış olma olasılığı da bulunmaktadır.

Taş Sandık Mezar

Etrafı bir sıra taşla veya kerpiçle çevrili ve üst kısmı zaman zaman yine bir sal taşıyla kapalı olabilen, tabanı temiz, sıkıştırılmış toprakla ya da başka yerden getirilen bir toprak ile örtülü, tabanın üzerinde zaman zaman çakıl taşlı bir kaplama da olabilen bu mezarlar, pişmiş toprak gömülerden sonra Batı Anadolu’da sayıca en fazla rastlanılan mezar grubunu oluşturmaktadır. Toplam 82 mezar ya da mezarlık alanının 22 tanesinde bulunan ve toplam 1971 mezarın 205 tanesini oluşturan bu grup içinde ortaya çıkarılan mezar armağanları açısından olmasa da yapım tekniği ve kullanılan malzemeler açısından farklı bir inancı temsil eder gibi görünmektedir.

Antropolojik olarak ölünün çevresinin koruma altına alınması çabası sonucu ortaya çıkmış gibi görünen bu mezar tipini, bu anlamıyla, köken olarak Üst Paleolitik Çağ’dan itibaren başlatmak olasıdır. Bu da bizi yine Neanderthal insanına kadar geriye götürmektedir. Roger Lewin’in belirttiği gibi, 20.yy’ın başından bu yana ortaya çıkarılan 200 kadar Neanderthal kalıntısından hiç değilse otuzunun cesedinin, uygun konuma getirme, mezara eşyalar ve hayvan kemikleri koyma ve taşları özenle yerleştirme gibi etkinlikleri kapsayan uygulamalara işaret etmesi ve bazı cesetleri korumak için etrafının bilinçli olarak taşla çevrildiğinin saptanması belki de taş sandık mezarın kökeninin Üst Paleolitik Çağ’a kadar geriye götürülebileceğini kanıtlar.

Ancak, Anadolu’da bu türden mezarların Paleolitik Çağdan itibaren var olduğuna dair herhangi bir kanıt bugüne dek bulunamamıştır. Anadolu’da Antalya/Gavurini,1145 Hatay/İncili1146 ve Kanal1147 Mağaraları dışında tam ya da tama yakın iskeletin ele geçtiği yer yoktur ve burada ortaya çıkarılan iskeletler hakkında da sağlıklı bilgi bulunmamaktadır. Neolitik Çağ yerleşimlerinde yapılan kazılarda ise sadece üç yerde taş sandık mezar olarak nitelenebilecek mezara rastlanılmıştır. Bunlardan ilki Köşk Höyük III.kat tabakalarında ortaya çıkarılan intramural taş sandık mezardır.1148 İkincisi ise Öküzini Mağarası’nda Kökten tarafından bulunan ve Neolitik Çağa tarihlenen bir iskelet olup, bu iskeletin ayak kısmının kireçtaşından bloklarla çevrili olması bu mezarın belki de bozuk bir taş sandık mezar olarak nitelendirilmesine neden olmuştur. Üçüncü mezar ise hakkında çok fazla bilgi olmayan ve Beyşehir Gölü’nün kuzeydoğu kıyısı yakınlarında Çukurkent’te rastlanılan taş sandık mezardır.

Paleolitik veya Neolitik Çağ’da bu derece az taş sandık mezara rastlanılmasını mezarların konumuyla ilişkilendirmek olasıdır. Bir başka deyişle Neolitik Çağ’da son derece yaygın bir uygulama olan intramural gömü ile basit toprak ya da çömlek mezar arasında bir ilişki kurulabilirken taş sandık mezarlar için bu türden bir ilişkiyi kurmak güçtür. Bunun nedeni ise olasılıkla intramural gömülerin yapıldığı ev tabanlarının altına taş sandık mezar yapmanın hem güç hem de konutun mimarisinin bozulmasına neden olacağı için tercih edilmemiş olmasında yatmaktadır. Gerçekten de bu çalışmanın esas konusunu oluşturan Batı Anadolu Erken Tunç Çağı mezarlarına bu gözle baktığımızda da aynı olguyu görmek olasıdır. Taş sandık mezara rastlanılan 22 mezarlığın yirmisi ekstramural mezarlık alanıdır ve sadece Hanaytepe’de kerpiçten yapılmış iki sandık mezar haricinde başkaca intramural sandık mezara rastlanılmamıştır. Aynı şekilde Kalkolitik Çağ Anadolu yerleşimlerinden sadece Alacahöyük’ün1151 ve Alişar’ın1152 Kalkolitik tabakaları ile Korucutepe1153 Geç Kalkolitik Çağ tabakasında taştan, kerpiçten ve ahşaptan yapılmış sandık mezarlar dışında mezara rastlanılmamış olması ekstramural gömü uygulaması ile sandık mezarlar arasında bir ilişki olabileceğini gösteren bir diğer olgudur. Bununla birlikte Erken Tunç Çağı’nda Anadolu’nun diğer yörelerine baktığımızda ister kerpiçten isterse de taştan olsun sandık mezarların intramural mezarlarda da kullanıldığı saptanmaktadır.

Ancak bu intramural sandık mezarlar daha ayrıntılı incelendiğinde, Alişar, Karahöyük, Girnavaz, Gritille gibi yerleşimlerdekilerin kerpiçten yapılmış ve genellikle çocuk mezarı olduğu görülür. Bunun yanı sıra, Ahlatlıbel ve Horum Höyük hariç diğer yerleşimlerde ortaya çıkarılan intramural sandık mezarların hiçbiri konutların taban altına gömülü değil, sadece yerleşimin içinde ancak konutlardan bağımsız olarak ortaya çıkarılan mezarlardır. Bir diğer dikkat çekici noktaysa, Arslantepe, Gre Virike, Hassek Höyük, Kargamış ve Titriş Höyüklerde ortaya çıkarılan taş sandık mezarların tamamı, kazıcıları tarafından içindeki mezar armağanlarının zenginliği ve çoklu gömü uygulamalarına dayanılarak yönetici sınıfa ait ‘Bey Mezarı’ ya da ‘Aile Mezarı’ olarak tanımlanmaktadır. Dolayısıyla bütün bu ayırt edici niteliklerden bağımsız olarak Batı Anadolu’da hiç mezara rastlanmazken, bütün Anadolu’ya bakıldığında ise Ahlatlıbel ve Horum Höyük1178 hariç intramural mezarlar ile sandık mezar geleneği arasında ilişki kurmak olası değildir.

Çoğu zaman Kyklad Adaları’ndaki taş sandık mezarların Batı Anadolu’da rastlanan taş sandık mezarlarla koşutluğu göz önünde bulundurularak bu bölgeye bağlanmaya çalışılan taş sandık mezar geleneği aslında yukarıda da anlatıldığı gibi Neolitik hatta belki de Paleolitik Çağ’dan beri kullanılan bir uygulama olduğundan bu mezarların kökenini bir tek bölgeye bağlayabilmek olanaksız görünmektedir. Bu konu hakkında aynı şekilde düşünen Özgüç, sandık mezarların herhangi bir etnik gruptan bağımsız olarak doğduğunu ve geliştiğini ileri sürmektedir.1179 Aynı görüşe özellikle Erken Tunç Çağı sonu ve Orta Tunç Çağı’ndaki örnekleri inceleyerek varan bir diğer araştırmacılar ise Wheeler ve Metin Akyurt’tur.1180 Ancak, Özgüç’ün çalışmasını yayınladığı sırada daha ortaya çıkarılmamış olan Kıyıkışlacık/Iasos mezarlarında ortaya çıkarılan hem Kyklad Adaları’ndan ithal çanak çömlekler hem de Anadolu kökenli yerel çanak çömlekler ve diğer buluntular bu tip mezarların kökeni konusunda işaret edilen Kyklad Adaları yönlendirmesini doğrular niteliktedir.1181 Bununla birlikte Anadolu kökenli malların da mezarlarda bulunuşu kıyı bölgelerdeki Kyklad etkisinin yanı sıra belki de bu mezarları yapanların sadece komşu kültürlerden etkilenerek bu tip mezarlara yöneldiklerini gösteriyor olabilir. Aynı şekilde daha iç bölgelerde örneğin Kaklık ve Kusura’da bulunan toplam altı taş sandık mezar ile daha kuzeyde örneğin Küçükhöyük’te ortaya çıkarılan toplam 204 mezar içinde yer alan 74 adet taş sandık mezarın varlığı ve bu mezarlar içinde tipik Erken Tunç Çağı mallarının bulunuyor olması bu mezarların kökeni için farklı açıklamaların yapılmasını gerektirmektedir. Aynı şekilde Ege Adaları ile özdeşleştirilen mermer idollere Küçükhöyük mezarlarının hiçbirinde rastlanmamış olması, Kusura ve Kaklık mezarlarında da aynı niteliğin görülmesi ve en önemlisi yukarıda sözü edilen mermer idollerin yine aynı şekilde Kıyıkışlacık mezarlarında da bulunamamış olması bu mezar tipinin sadece Ege Adaları ile özdeşleştirilemeyeceğini ancak etkilenmelerin olabileceğini gösteren kanıtlardır.

Burada kısa bir ara verip ileride buluntular kısmında irdelenecek olan idollerin antropolojik olarak birer ritüel nesnesi olduğunu belirtmekte yarar vardır. Dolayısıyla bu nesneler yani idoller, bir inanç sistemini belirlemekte ya da farklı inanç sistemlerini ayrıştırmakta bir gösterge/indikatör olarak kullanılabilirler. Aynı şekilde, mezar armağanı olarak bırakılan çanak çömlek ve diğer buluntular da üretimlerindeki farklılıktan dolayı farklı etnik kökenleri ya da grupları tanımlayabildiklerinden taş sandık mezarlarda ortaya çıkarılan çanak çömlek ve idol türü ritüel nesneleri bu mezarlar hakkında yorum yapılabilmesini sağlayabilir.

Sahte/Pseudo Oda Mezar

Tanım olarak üzerinde tam anlaşılamayan, bunun yanı sıra mezar olarak ne anlama geldikleri de tam bilinemeyen ve Batı Anadolu Erken Tunç Çağı’nda sadece Kaklık, Karataş/Semayük ve Kusura’da rastlanılan toplam altı mezar bu başlık altında incelenecektir.
Sahte oda mezarların tam bir tanımı yapmak için elimizde en fazla sayıda bu tip mezarın bulunduğu Kaklık’tan hareket etmek gereklidir. Kaklık’taki toplam dört mezara baktığımızda bunların dikdörtgen planlı, ancak duvarları küçük taşların birbiriyle çamur harcıyla tutturulmasıyla yapılmış bir taş sandık benzeri mezarın üzerinin olasılıkla ahşap bir örtüyle örtülmesi sonucu yapıldığı, mezarın tabanının sıkıştırılmış topraktan olduğu ve dikdörtgenin kısa kenarında bir geçiş yerinin bulunduğu saptaması yapılmaktadır. Kusura’daki ve Karataş/Semayük’teki mezarlarda buna uymakta, ancak Karataş/Semayük mezarının tabanının çakıltaşı döşeli oluşu ve üst kısmının irili ufaklı taşlarla doldurulmasıyla diğer mezarlardan ayrıldığı görülmektedir.

Dolayısıyla çevresi taşlarla çevrilerek dikdörtgen görünüm verilmiş ve dikdörtgenin kısa kenarlarından birinde içeriye geçiş yeri bulunan, tabanı sıkıştırılmış toprak ya da çakıltaşı döşeli, üst kısmı ahşap kapatılarak veya kireçtaşı dolguyla bir yükselti yapılarak bir ev ya da oda görüntüsü verilmiş mezarları sahte oda mezar olarak tanımlamak olasıdır. Bu tanımdan yola çıkarak sahte oda mezarlar incelendiğinde aşağıda sonuçlara ulaşılmaktadır.

Kaklık’ta ortaya çıkarılan ve tamamı ETÇ III olarak tarihlenen 18-19-20 ve 25 numaralı mezarlardan sadece 18 numaralı olanında, dorsal pozisyonda, başları doğuya gelecek şekilde yatırılmış iki iskeletin bulunduğu, diğerlerinin boş olduğu görülmekte ve tamamı dikdörtgen planlı bu mezarlardan sadece 20 numaralı olanının batı kenarında bir geçiş bölümü saptanabilmekte ve hepsinin tabanının sıkıştırılmış toprakla döşeli olduğu ve üst

yapılarının ahşap ile oluşturulduğu saptanabilmektedir.1186 Karataş/Semayük’te kazıcısı tarafından şef ya da bey mezarı olarak nitelenen ETÇ II mezarıysa daha önce de belirtildiği gibi tabanının çakıltaşlarıyla döşeli olması ve üst örtüsü dışında Kaklık mezarlarından farklı olmayıp, bunun yanı sıra içindeki iskeletin hocker pozisyonda yatırıldığı ve mezarın intramural mi yoksa ekstramural mi olduğu mezarlık alanının tam yayılımı bilinemediğinden ve bulunduğu yer yani 98 numaralı açma esas yerleşimle mezarlık açmaları arasında olduğundan tartışmalıdır.1187 Kusura ETÇ II-III geçiş dönemini temsil eden XI numaralı açmada ortaya çıkarılan intramural ve içinde üç bireyin olabileceği düşünülen mezar da yine diğer mezarların benzeri olup, batı kenarının tam olarak saptanamaması nedeniyle burada bir geçiş kısmı olabileceği düşünülebilir.

Her üç yerde de ortaya çıkarılan bu mezarların buluntu açısından çok zengin olmadığı ve Kaklık’ta ortaya çıkarılan mezarlardan sadece 20 numaralı olanında mezar armağanı olduğu, geri kalan mezarlardan da sadece 18 numaralı olanında iskeletin ele geçtiği bilinmektedir.1189 Karataş/Semayük’te çıkan mezar ise kazıcısı tarafından bey ya da şef mezarı olarak nitelenmekle birlikte içinde sadece iki parça madeni eser ve birkaç çanak çömlek parçası dışında buluntuya rastlanılmamış olmaması nedeniyle yöneticiye ait bir mezar olarak kabul edilmeyebilir.1190 Kusura mezarı da iskelet kalıntılarının yanında hiçbir mezar armağanına rastlanılmamasıyla dikkati çekmektedir.

Bu durumda taş sandık mezarlarda intramural ve ekstramural uygulamaların her ikisinin de görülmesi, yine içine yatırılan cesetlerin hem hocker hem de dorsal pozisyonda olabilmesi, mezar içine hem tekil hem de çoğul gömü yapılabilmesi bu tip mezarlarda bir birlik olmadığını gösterir kanıtlardır. Bunun yanı sıra mezarlarda çok az sayıda mezar armağanı çıkması bu mezarların içinde farklılığı olan, bir başka deyişle yönetici, şef, bey ya da topluluğun ruhani lideri olabilecek biri ya da birilerinin yatırılmış olamayacağını gösteren kanıtlardır. Mezarların tek ortak yönü ise hepsinin ETÇ III olarak tarihlenmeleri ve planları ile yapılış teknikleridir ki burada da taban örtüsünün sıkıştırılmış toprak ya da çakıltaşı döşeme kullanılmasıyla yine farklılıklar içerdiği söylenebilir.

Bütün bu kanıtlardan yola çıkarak bu mezarlar hakkında yorum yapmak güçtür. Bu nedenle bu mezarların yerel uygulamalar olduğu ve çok az sayıda rastlanılmaları nedeniyle münferit olarak nitelenmeleri en doğrusu gibi gözükmektedir.1192 Bununla birlikte Anadolu’nun diğer yörelerinde ve diğer dönemlerinde bu mezarların olup olmadığı araştırılması belki daha farklı açılımlar sağlayabileceğinden diğer dönemlere ve bölgelere de bakılmış ve aşağıdaki sonuçlar ortaya çıkarılmıştır.

Bu türden bir araştırma sonucu Neolitik Çağ’da hiçbir yerleşimde bu türden bir ölü gömme anlayışıyla karşılaşılmazken, Kalkolitik Çağ’da sadece Domuztepe’de1193 intramural bir tholos mezarın varlığı saptanabilmiştir. Erken Tunç Çağı’nda ise Anadolu’nun diğer yerlerinde sahte oda mezara rastlanılmamakla birlikte ‘oda mezar’lara rastlanılıyor olması dikkat çekicidir. Başta Alacahöyük1194 olmak üzere, Horoztepe,1195 Arslantepe,1196 Hayaz Höyük,1197 Gedikli/Karahöyük,1198 Tilmen Höyük1199 ve Titriş’te oda ya da Hayaz Höyük’te olduğu gibi ‘yer altı oda mezarı’ olarak adlandırılan mezarlar bulunmaktadır. Bu mezarların tarihlenmesine bakıldığında ise Gedikli/Karahöyük, Tilmen Höyük, Hayaz Höyük, Alacahöyük ve Horoztepe’deki mezarların ETÇ II sonu ya da ETÇ III olması bir başka deyişle Batı Anadolu’da ortaya çıkarılan sahte oda mezarlarla tarihsel bir koşutluğunun olması dikkat çekicidir. Arslantepe, ve Titriş ise ETÇ I ve II dönemlerine tarihlenmektedir. Görüldüğü gibi Batı Anadolu’daki sahte oda mezarların benzerlerine daha farklı dönemlerde ve bölgelerde rastlanılmamakta ancak oda mezar olarak bilinen ölü gömme geleneğinin ETÇ’da Karadeniz Bölgesi, Orta, Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da uygulandığı saptaması yapılabilmektedir. Ancak bu benzerliğin anlamlı mı olduğu sorusu şimdilik kaydıyla yanıtlanacak gibi gözükmemektedir. Bu nedenle Batı Anadolu’da Erken Tunç Çağı’nda rastlanılan sahte oda mezarları yerel bir uygulama biçimi olarak kabul etmek şu andaki kanıtlar ışığında yerinde olabilir.

Dromoslu Oda Mezarlar

Koridor anlamına gelen dromoslara, mimari alanda ilk defa Orta Kalkolitik’te Mezopotanya’da Tel-Arpaçiya’da rastlanmıştır. Buradaki dromosun saygı ve kutsallık ifade eden geçitler olduğu bilinmektedir. Bazı Mısır yapılarında da dromoslar kullanılmıştır ama işlevsel olarak farklı mimari elemanlar görülmektedir. Girit’teki bazı evlerde hatta şehir kapılarında (örneğin Troia VI şehir kapısı) aynı düşüncelerle koridorların yapıldığı tespit edilmiştir. Fakat bütün bunlar sivil yapılara yönelik mimari öğelerdir ve inşa edilme aşamasında Fenike’deki Ugarit Mezarları ile Mykenai’deki örneğin Atreus ve Klytemnestra tholoslarında olduğu gibi, mezar odasını dış dünyaya bağlayan geçitlerdir113. Özellikle Hellenistik Dönem’de yapılan tümülüs dromoslarının, mezar odasıyla aynı kaliteye sahip taş işçiliği vardır. Tümülüslerdeki dromosların fonksiyonu biraz daha farklıdır. Mezara girişi sağlasa da mimari bir eleman olarak düşünülmüştür. Çünkü mezar odasının üzerine yapılan yığma tepenin altından geçip mezar odasının kapısına ulaşmak için bir geçit gereklidir ki bu da dromosla sağlanmıştır. Güney Anadolu’da örneğin Kelenderis, Anazarbus, Misis’de ve gerekse Kuzey Suriye ve Kıbrıs’da dromos kısmı basamaksız düz rampalı mezarlara rastlanmış114 olmakla beraber, Belentepe Mevkii mezarlarında basamaksız ve rampalı dromoslara hiç rastlanmamıştır. Bunun yerine mezar odasına girişi sağlayan dromos, basamaklardan oluşan merdivenli bir yoldan sağlanmaktadır.

Anadolu’nun oda mezar olarak nitelendirilebilecek ilk örnekler ise Alacahöyük Bakır Çağı kültüründe ortaya çıkmaktadır. 1935 yılından beri açığa çıkarılan 13 mezarda, dikdörtgen biçiminde olan mezar çukurları düzenli değildir. Çukurların dörtkenarı birbirine çamur harçla basitçe tutturulan orta boy taş dizileriyle çevrilmiştir115. Oda mezar geleneğinin kökeni ve ilk örnekleri konusunda diğer bir görüş bu mezarların kökeninin Myken Dönemine kadar gittiğidir. Görüşe göre bu dönemle birlikte oda mezarlar bir yamaç boyunca genellikle gruplar halinde sıralanmaktadır.

Batı Anadolu’daki en erken oda mezarları Pedasa117, Müsgebi118, Dirmil119, Milethos120 gibi merkezlerde görülmektedir. Karia’da Erken Protogeometrik döneme kadar erkene giden oda mezarı örnekleri Arkaik ve Klasik dönemlerde varlığını kesintisiz devam ettirmekle beraber121 Oda mezar geleneği M.Ö. 5-4. yy’larda Rhodos, Thera ve Girit gibi merkezlerde de görülmektedir122. Belentepe dromoslu oda mezarları Helenistik Dönem’in geleneksel mimari üslubu ve ölü gömme adetlerini yansıtması açısından büyük önem taşımaktadır.

Tümülüs mezarlar

Dromosun kuzey ucunda mezar odasının üst örtüsü olarak kullanılan, ters çevrilmiş bir lahit teknesi ile teknenin altında mezar odasının yapımında kullanılmış falloslar ile çeşitli boy ve ölçülerdeki taş bloklar yer almaktadır. Bu ters çevrilmiş lahtin dromos tarafındaki güney bölümüne bakan kısa kenarında, üzerinde herhangi bir yazı ve bezeme olmayan 57 x 69 cm. ölçülerinde, 10 cm. kalınlığındaki bir mezar odası kapısı yer almaktadır. Kapı, lahtin kısa yanına açılmış olan söve yuvalarına ve lahtin altındaki oda mezarın yüksekliğini arttırmak için kullanılan taşların yüzlerinde açılan söve yuvalarına muntazam bir şekilde oturtulmuştur.

Tümülüs Duvar Resmi

Mezar odasının girişinin tam karşısında, lahit teknesinin kuzey iç yüzündeki duvarda 1,06 m x 59 cm. ölçülerinde boyalı bir yüksek kabartma yer almaktadır


Yorumlar - Yorum Yaz
Sosyal Medya

Üyelik Girişi
Ziyaret Bilgileri
Aktif Ziyaretçi9
Bugün Toplam58
Toplam Ziyaret327414
Site Haritası